8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlamaları Türkiye’de ilk kez 1921 yılında, iki komünist kız kardeş Rahime Selimova ve Cemile Nuşirvanova’nın girişimi ile gerçekleştirildi. Bu tarihten sonra yıllar boyunca Türkiye’de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlamalarına izin verilmedi. 1975 yılına geldiğimizde ise Beria Onger başkanlığında kurulan İlerici Kadınlar Derneği’nin faaliyetleri 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün kutlanmaya başlamasında etkili oldu. İlerici Kadınlar Derneği tüzüğünde derneğin amacı “Ülkemiz kadınlarına tanınmış sosyal ve ekonomik hak ve özgürlüklerin kağıt üzerinde kalmaması, günlük yaşamda somut olarak uygulanması ve geliştirilmesi” olarak ifade edilmişti. Bugün ise İlerici Kadınlar Derneği belki yok ama 200’ün üstünde kadın hareketi var. Yine de Türkiye’de Kadınlar Günü’nün 100. yaşını kutlarken kendimize şu soruyu sormamız gerekiyor: Ülkemiz kadınlarına tanınmış sosyal ve ekonomik hak ve özgürlükler nerede? Somut olarak günlük yaşamımızda mı? Yoksa kağıt üzerinde mi?
Günümüzde toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin insan hakkı ihlali olduğu tartışmasızdır. Adalet Bakanlığı tarafından Mart 2021’de yayımlanan İnsan Hakları Eylem Planı (“Eylem Planı”), “özgür birey, güçlü toplum, daha demokratik bir Türkiye” hedeflemektedir. Eylem Planı’nın esas aldığı 11 temel ilkeden biri ise şöyle ifade edilmiştir: “Dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebepler temelinde hiçbir ayrımcılık söz konusu olmaksızın herkes hukuk önünde eşittir”. Eylem Planı’nın içerisinde “Kadın”ın nerede yer aldığına baktığımızda ise ağırlıklı olarak aile içi şiddet ve kadına karşı şiddetle mücadele ekseninde yapılması planlanan düzenlemelere yer verilmiş.
Aslında bu pek şaşırtıcı değil, zira aile içi ve kadına karşı şiddetle mücadelenin hepimizin mücadelesi olması gerektiğini anladığımız bir dönemden geçiyoruz. Uluslararası kuruluşlardan ve dünyadaki kamu kurumlarından alınan veriler COVID-19 salgınından en çok etkilenenlerin kadınlar olduğunu gösteriyor. Ev, okul ve iş hayatının aynı yere sıkışmasının etkisiyle aile içi şiddetin arttığı görülüyor. Dolayısıyla Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin (İstanbul Sözleşmesi) uygulanmasının, diğer bir ifade ile, İlerici Kadınlar Derneği’nin amaçladığı gibi kadınlarına tanınmış sosyal ve ekonomik hak ve özgürlüklerin kağıt üstünde kalmaması gerektiği net bir şekilde ortaya çıkıyor.
Öte yandan, İstanbul Sözleşmesi’nin bir diğer önerisi toplumsal cinsiyet konusunda hassasiyet gerektiren politikaların belirlenmesidir. Kuşkusuz, toplumsal cinsiyet eşitsizliği Türkiye’nin demokratikleşmesinin ve kalkınmasının önünde ciddi bir engeldir. DİSK/GENEL-İŞ Türkiye’de Kadın Emeği Raporu’na göre, Türkiye’de erkek nüfusunun yüzde 72,7’si işgücüne katılabilirken, kadın nüfusunun yalnızca yüzde 34,2’si işgücüne; işgücü içerisindeki her 10 kadından da yalnızca 3’ü istihdama katılabilmektedir. Erkeklerin istihdama katılım oranı yüzde 65,7 iken kadınların istihdama katılım oranı ise yüzde 29,4’tür.[1] Oysa artık kadınların siyasi, ekonomik ve sosyal hayatın her noktasına eksiksiz ve etkin bir biçimde katılımlarının gerek demokratik toplum gerekse ekonomik kalkınma için vazgeçilemez olduğu ortadadır. Peki neden hala bu konu kağıt üstünde kalıyor?
İstanbul Sözleşmesi’ne göre “toplumsal cinsiyet, herhangi bir toplumun, kadınlar ve erkekler için uygun olduğunu düşündüğü sosyal anlamda oluşturulmuş roller, davranışlar, faaliyetler ve özellikler” olarak tanımlanmaktadır. Diğer bir ifade ile, toplumsal cinsiyet toplum tarafından verilen cinsiyet hakkındaki kültürel görüşler, inanç sistemleri ve rollerle yapılanmıştır. Dolayısıyla, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin kazınması toplumsal bir farkındalık gerektirmektedir.
2020 yılında yaptığımız TEİD webinarlarında bana yöneltilen sorulardan beni en çok düşündürenlerden biri, bir şirketteki ayrımcılık konusunun şirket içi suistimal olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceğine ilişkindi. ACFE (Association of Certified Fraud Examiners)’nin raporlarında tanımladığı klasik anlamda bir suistimal türü olmasa bile ayrımcılığın etik ile ilgili olduğu kesin.
Etika’nın babası Spinoza 17. yüzyılın filozofu olmasına rağmen etikten politikaya, edebiyattan sanata kadar birçok alana tesir etmiştir. Spinoza mutlak monarşi ve aristokrasi gibi hiyerarşik rejimler yerine “mutlak demokrasi” adında yeni bir politik sistem önerirken hayatın hemzemin olması gerektiğini söylüyor. Yani, toplumsal hiyerarşinin olmadığı; din, mezhep, cinsiyet, ırk, sınıf, kültür, coğrafya temelli ayrıcalıkların olmadığı bir düzen öneriyor. Spinozacılık, her türlü cinsiyet ayrımcılığının karşısında yer alan bir felsefe olarak günümüz feminist kuramcılarına da destek olmuştur. Tüm toplumsal aktörler hemzemin olsa, nasıl olur sizce?
Dünyada kadın haklarının tarihçesi elbette 100 yıldan da geriye dayanıyor. Bu Dava’da eski ve yeni gurur verici birçok örnek var. 17 Mart 2021’de gerçekleştirdiğimiz 8. TEİD Uluslararası Etik Zirvesi’nin üçüncü oturumunda kapsayıcılık ve çeşitlilik konuşuldu. Açılış konuşmasını yapan Socrates Genel Yayın Yönetmeni Caner Eler bana ilham veren örnekler hatırlattı. NBA’in gelmiş geçmiş en büyük efsanelerinden biri olan San Antonio Spurs baş antrenörü Gregg Popovic’in asistanı Becky Hammon NBA tarihinin ilk tam zamanlı kadın asistan koçu olduğunda The Washington Post’a şöyle dedi: “pick and roll, pick and roll’dur. İyi bir lider iyi bir liderdir. Kadın veya erken olmasından bağımsız olarak…”. Aynı günün panelistlerinden Mey Diageo Genel Müdürü Levent Kömür ise adalet duygusundan ve samimiyetten bahsetti. Sonuç olarak, iş hayatında kadınlar, kadın olarak kota doldurmak, pozitif ayrımcılık ile hak etmediği yerlere gelmiş muamelesi görmek, bir kurumsal şirketin kadın yönetici istihdam etmesi nedeniyle PR konusu olmak istemiyorlar. Kadınlar, iyi oldukları için ve emeklerinin karşılığını adil bir şekilde alarak istihdam edilmek istiyorlar.
Peki cinsiyet ayrımcılığını ortadan kaldırmak için ne yapmak gerekiyor? Şiddet gören kadınların avukatlığını mı yapmak, kadın derneklerine mi üye olmak çözüm olacak? Herkesin küçük veya büyük alabileceği aksiyonlar olabilir ama belki de en doğal ve kolay olan yollardan biri çocuklarımıza, çevremize ve iş arkadaşlarımıza davranışlarımızla ayrımcılığa karşı olduğumuzu, herkesin emeğinin bizim için eşit olduğunu göstermektir. Türkiye’de bize bu konuda ilham olabilecek çok değerli neferlerimiz oldu. Belki de muhtaç olduğumuz kudretin tüm DNA’mıza işlediğini hatırlamak gerekiyor sadece. “Biz” derken bu saptama da cinsiyetten bağımsız yapılmıştır. Zira kadın haklarını savunmak insan haklarını savunmak, eşitliği savunmaktır ve bu da herkesin derdi olmalıdır. Günümüzde artık sadece kendimizi dert etmek yetmiyor, yaşadığımız toplumu ve yaşadığımız dünyayı da dert etmemiz gerekiyor. Yakın zamanda kaybettiğimiz değerli psikoloğumuz Doğan Cüceloğlu’nun dediği gibi “empati, halden anlamaktır.” Bu dünya kadınlar için bu kadar adaletsizken toplum olarak empati yapıp toplumsal eşitsizliği dert etmek gerekiyor.
[1] DİSK/GENEL-İŞ Türkiye’de Kadın Emeği Raporu Mart 2020 https://www.genel-is.org.tr/turkiyede-kadin-emegi-raporumuz-yayimlandi,2,21031#.YDj-KWgzY2w
Yazar: Av. Filiz Toprak Esin, TEİD Yönetim Kurulu Üyesi, Gün+Partners Ortak Avukat
Makalelerdeki görüş ve yorumlar yazar veya yazarlara ait olup , Etik ve İtibar Derneği’nin konu ile ilgili düşüncelerini yansıtmamaktadır.
Etik ve Uyum Programı Nasıl Hazırlanır?
Kurumsal Etik ve Uyum Programı Geliştirme Gereğinin Ardındaki İtici Güçler
Sorumlu İş Modelinin Şirkete Yararları
Sorumlu İş Modeli
Gençlerden Geleceğe: Sürdürülebilirlik ve Etik Zirvesi Manifestoları
ISO 37301 Uyum Yönetim Sistemi (Compliance Management Systems) Standardı Neden Önemlidir?
Legality of Pay or Consent Models
Kurumsal Diplomasinin 6 Unsuru