Deprem öldürmez bina öldürür. 1999 Marmara Depremi’nden beri ezberlediğimiz bu cümleyi acaba “deprem öldürmez yolsuzluk öldürür” diye değiştirebilir miyiz? Depremleri önceden tahmin edemediğimize ve önleyemediğimize göre depremlerin etkilerini azaltmaktan başka çaremiz var mı?
Birçok depremde ölü ve yaralı sayısının binalarda kullanılan betonun kalitesizliği, zemin analizinin iyi yapılmaması ile kolon ve kirişlerin yeterli tasarlanmaması gibi sebeplerle arttığını kamuoyu artık gayet iyi biliyor. Peki bunların temel sebepleri nedir? Neden kalitesiz betonlar kullanılmış; zemin analizi yapılmamış, kolon ve kirişler iyi tasarlanmamıştır?
Yanıt da aslında bir roket bilimi uzmanlığı gerektirmez: Ya sağlam bina yapımı ile ilgili hukuki düzenlemeler yeterli değildir ya da yolsuzluk yüzünden halihazırda bulunan düzenlemelere uyulmamıştır. Elbette bütün bu ölümlerde yolsuzluğun payını yüzde yüz hesaplamak imkansızdır ama binaların yıkım sonrası durumlarını gördükten sonra yolsuzluğa bulaşmış müteahhitler ile bina müfettişlerinin işbirliklerinin ölü sayısının bu kadar artmasında bir etkisi olduğunu söylemek o kadar zor olmuyor.
Hala toplumsal hafızamızda unutulmayan Marmara Depreminde resmi raporlara göre,
17 bin 480 ölüm, 23 bin 781 yaralı oldu. 285 bin 211 ev, 42 bin 902 işyeri hasar gördü. Ayrıca 133 bin 683 çöken bina ile yaklaşık 600 bin kişi evsiz kaldı. Yapılan hesaplar, yaklaşık 16 milyon insanın, depremden değişik düzeylerde etkilendiğini gösteriyor. Marmara Depremi’nde can kaybının bu kadar fazla olmasının en büyük nedenlerinden biri olarak, yolsuzluk sebebiyle yasal düzenlemelere uymayan binalar gösterilmişti. Özellikle 1980-1999 yılları arasında inşaat sektöründe yolsuzluğun varlığı geniş çevrelerce kabul ediliyor.
Bu dönemde, her türlü izin veya denetim, yolsuzluk konusunda büyük şaibe altında olan belediyeler ve kamu görevlileri tarafından sağlanıyordu. İzin alamayan veya denetimden geçemeyen birçok binanın daha sonra belediye başkanı vb. görevlilerin özel istekleri ile onay aldığı bilinen bir gerçekti. Özellikle yapı projelendirme hataları (Deprem şartnamesine uygun olmayan projeler; deprem yükünü taşıyacak, kolonlar arasına yerleştirilecek, betonarme perde kolon/duvarların bulunmaması; resmi projeden farklı yapı elemanlarının eklenmesi; üst katlarda dışarı doğru çıkmalar; fazladan çıkılan katlar; taşıyıcı kolonların estetik veya mekan kazanma amacıyla kaldırılması vb.) Marmara Depremi’nde birçok canın kaybına sebep oldu.
Depremde birçok binası çöken ve ceza alan ender müteahhitlerden Veli Göçer’in açıklamaları aslında hepimizin çok aşina olduğu bir gerçeğe işaret ediyordu: “Benim düşündüğüm hatayı devlet işledi. Zemin etütlerinin olup olmadığını incelemem gerekirdi. Devlet aramıyordu ki. Devlet imara açıyor, bozuk alanın değerlenmesini sağlıyor, satışına rehberlik ediyordu. Devlet demir ve çimento kararını 20 yıl önce verseydi binalar yıkılmazdı”.
Bu keyifsiz yolculukta bu sefer yolumuz Atlas Okyanusu’ndaki Karayipler’e düşüyor. 2010 yılında Karayipler’in fakir ülkesi Haiti 7 şiddetinde bir deprem ile sarsıldı. Yaklaşık 3 milyon kişinin etkilendiği depremde ölü sayısının 50 bin ile 100 bin arasında olduğu tahmin ediliyor. En büyük zararı ise depremin merkezine sadece 25 km uzaklıkta olan Port-au-Prince gördü. Şehrin hemen hemen tamamının hasar gördüğü veya yıkıldığı depremde Haiti Ulusal Sarayı, (Başkanlık Sarayı), Haiti Ulusal Meclisi binası, Port-au-Prince Katedrali ve Cezaevi gibi önemli kamu binaları da yerle bir oldu. Bir ülkenin Başkanlık Sarayı’nın bile yolsuzluk yüzünden depreme dayanıksız inşa edilmesi zaten birçok şeyin göstergesi olarak görülebilir.
Birçok araştırmadan kronik yolsuzluk yaşadığı görülen Haiti deprem sonrası yapılan yardımların da ülke dışına kaçırılması ile çok zor günler yaşadı ve yaşamaya devam ediyor.
Haiti depreminden bir yıl sonra Nature dergisinde Nicholas Ambraseys ve Roger Bilham tarafından yolsuzluk ve depremdeki ölümler arasındaki ilişki açısından oldukça önemli bir analiz yayınlandı. Haiti depremi ile benzer şiddette ve uzaklıkta yaşanan Yeni Zelanda depremi sırasında can ve mal kaybının bu kadar az olmasının sebebi acaba sadece tesadüf müydü? Port-au-Prince’in nüfusu çevresi ile birlikte 2,8 milyon iken Yeni Zelanda’da depremin yaşandığı şehir Chrischurch’te 375 bin kişinin yaşıyor olması, bu büyük farkın nedeni olabilir. Fakat sonuçta oran olarak verirsek Haiti’de can kaybı oranı %3,5 iken Chrischurch’te bu oran sadece %0,05’tir. İşte aradaki fark acaba sadece yoksulluk muydu? Yoksa bunun yanı sıra iki ülkenin yolsuzluk konusuna bakışlarının farklılıkları mıydı? Yeni Zelanda yolsuzluk sıralamalarında geride iken Haiti en ön sıralarda yer alıyor.
Peki yolsuzluk ve deprem kaynaklı can kayıpları arasındaki ilişki üzerine matematiksel bir model kurulabilir mi? Evet, Monica Escaleras, Nejat Anbarcı ve Charles A. Register isimli üç araştırmacı tarafından yapılmış böyle bir çalışma var. Üç uzman bu araştırmada kayıpların, hane sayısına, yolsuzluğun oranına, kurumların iyi işlemesine, büyük depremlerin sıklığı ve yerleşimin depremin merkezine uzaklığına göre artacağı savını ileri sürmüşler (Public Sector Corruption and Natural Disasters: A Potentially Deadly Interaction 2006: Monica Escaleras Nejat Anbarci Charles A. Register). 1975 ve 2003 yıllarında 42 ülkede meydana gelmiş 344 büyük depremi analiz eden araştırmacılar birçok yolsuzluk endeksini birlikte kullandılar. Ve hangi yolsuzluk endeksini dikkate alırlarsa alsınlar, ülkenin kamu sektörünün yolsuzluk seviyesi ile depremlerde yaşanan kayıplar arasında pozitif ve anlamlı bir ilişki bulmayı başardılar. Üstelik sözkonusu araştırmada deprem örnek verilse de benzer sonuçların hortum, yangın, sel gibi diğer geniş ölçekli doğal felaketler için de ortaya çıkabileceğini iddia ettiler.
Haiti Depremi’ni mercek altına alan Nicholas Ambraseys ve Roger Bilham isimli sismologların araştırmasına da biraz daha yakından bakalım. Nature dergisinde yayınlanan bu makalede, yolsuzluk ile can kayıpları arasında önemli kanıtlar öne sürülmüştü. 1980 ve 2010 yılları arasındaki depremleri inceleyen bilim insanları, söz konusu dönemdeki depremlerdeki can kayıplarının %83’ünün yolsuzluğun yüksek oranda olduğu ülkelerde meydana geldiğini görmüşlerdi. Özet olarak da yolsuzluğun en fazla etkilediği alanlardan birinin inşaat sektörü olması yüzünden depremlerde can kaybının yolsuzluk oranlarının fazla olduğu ülkelerde olmasının doğal olduğu iddia etmişlerdi: “Bir binanın yapısal bütünlüğü binayı yapanın sosyal bütünlüğünden daha güçlü değildir.”
Sonuçta ortada, doğal felaket diye bir şey yok. İnşaat ve yapı konusunda bilgi eksikliği de, deprem kaynaklı kayıplar açısından yine son derece tali nedenler. Ortada sismik bir fay hattından çok, yolsuzluk merkezli bir sosyal fay hattı var. Bu fay hattı ne kadar derin ve köklü ise, yaşadığımız, çalıştığımız, okuduğumuz binaların kafamıza çökmesi ihtimali de o kadar yüksek. Yolsuzluğa çare bulanlar, onunla amansız bir mücadeleye girişenler, belki depremin ne zaman olacağını bilemezler ama o depremin kendilerine zarar veremeyeceğinin gayet farkındadırlar.
Ali Cem Gülmen, TEİD Araştırma Direktörü
Makalelerdeki görüş ve yorumlar yazar veya yazarlara ait olup , Etik ve İtibar Derneği’nin konu ile ilgili düşüncelerini yansıtmamaktadır.
Etik ve Uyum Programı Nasıl Hazırlanır?
Kurumsal Etik ve Uyum Programı Geliştirme Gereğinin Ardındaki İtici Güçler
Sorumlu İş Modelinin Şirkete Yararları
Sorumlu İş Modeli
G20 Brezilya bitti sıra Güney Afrika’da
İş Etiği ve Uyum Politikalarının Ticari Hayattaki Yeri ve Önemi
Sağlam Temeller Üstüne! Etik ve Uyumun Suistimalle Mücadeledeki Önemi
Gençlerden Geleceğe: Sürdürülebilirlik ve Etik Zirvesi Manifestoları