Genel

“8 Mart” tarihi Kadınların Eşitlik Mücadelesinin Simgesi

Mart ayında her yıl olduğu gibi bu yıl da 8 Mart gününden itibaren dünyada ve ülkemizde “kadın hakları, kadın sorunları” konuşulacak, çözüm önerileri paylaşılacak, kazanımlara sahip çıkılacak, geri adım girişimlerinden kaygılar da dile getirilecek. 

Tarih boyunca kadın ile erkek arasındaki biyolojik farklılık giderek toplumsal farklılığa dönüştürülüp cinsler arası eşitsizliğin meşru gerekçesi yapılmıştır. Erkeğin kadına nazaran güçlü ve üstün olduğu düşüncesi yaşamın her alanında egemen olmuş ve yasaların düzenlenmesinde de ataerkil zihniyetin etkisi görülmüştür. Aslında bir insan hakları konusu olan kadın erkek eşitliğinin, kamusal ve özel alanda tam anlamıyla sağlanması, hukukun, demokrasinin ve sürdürülebilir kalkınmanın temel kriteridir. Bu nedenle kadının insan hakları, hukuk ve etik açısından önemle ele alınmalı, hukuki düzenlemelerde yer verilen eşit haklar da özenle uygulanmalıdır. Ancak, insan haklarına saygılı olmak genel kabul gören bir etik ilke olmasına rağmen yasalarda eşit haklar tanınmış olsa da kadınlara karşı ayrımcılıklar sürmektedir. Kadınlar, örneğin zorla evlendirilmek, çalışmasına izin verilmemek, çalışmasının karşılığında erkeklerle eşit ücret alamamak, şiddet görmek, namus adına öldürülmek gibi birçok insan hakları ihlaline uğramaktadır. Uzun yıllar kadınların “özel alan” olarak nitelenen aile içi, ev içi sorunları görmezden gelinmiştir. Kadınlar “kamusal alan” olarak nitelenen ev dışında çalışma yaşamında karşılaştıkları ayrımcılıkların kaldırılması için verdikleri mücadeleler görünür olmuş ve tarihte kayda geçmiştir.

8 Mart’lar, emekçi kadınların haklarını elde etmek uğruna can verdikleri bir mücadeleyi simgeler.

 Günümüzde Dünya Kadınlar Günü olarak anılan 8 Mart’ın hikayesi, 1857 yılında New York’ta bir dokuma fabrikasındaki işçilerin, çalışma şartlarının daha iyi hale getirilmesi için yaptıkları grev ile başlamıştır. Fabrikada çıkan yangından kaçamayan 129 kadının yanarak can vermesi nedeniyle hak talepleri için yapılan grev bir facia ile son bulmuştur. Bu olayın ardından her yıl 8 Mart’ta, hakları uğruna can veren 129 kadın için anma toplantıları yapılmaya devam edilmiştir. Bu ölümler yıllar sonra emekçi kadınların seslerini duyurmasının da ilk kıvılcımı haline gelmiştir. 1910 yılında Danimarka’da düzenlenen Uluslararası Sosyalist Kadınlar konferansında 8 Mart’ın “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak anılmasına karar verilmiştir.

20. yüzyılın ilk yarısında İkinci Dünya Savaşının neden olduğu yıkımdan kurtulabilmek amacıyla eşitlik, kalkınma ve barışın sağlanması hedefiyle en geniş katılımlısı olan Birleşmiş Milletler Teşkilatı olan uluslararası örgütler kurulmuştur. Birleşmiş Milletlerde öncelikle insan hakları için evrensel standartlar getirmek amacıyla 10 Aralık 1948 tarihli “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” kabul edilmiş ve “insanların doğuştan özgür, onur ve haklar bakımından eşit olduğu” ve “ırk, dil, din, cinsiyet gibi nedenlerle ayrım gözetilmemesi” ilkesi benimsenmiştir.

1970’li yıllarda kadın haklarında gelişme olamadığı, yasalarda eşit hakları olsa bile bu hakları kullanamadığı görülmüş, bu konuda farkındalık yaratılmak üzere Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 1977 yılında,  8 Mart’ların “Dünya Kadınlar Günü” olmasına karar verilmiştir. 1979 yılında da odak noktası “kadının insan hakları” olan “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesi” kabul edilmiştir. Türkiye, Sözleşmeyi 1985 yılında onaylamıştır. Ülkemizde her 8 Mart’ta “kadın hakları insan haklarıdır” denilerek kadın sorunları bir kez daha dile getirilmekte ve ayrımcılıkların kaldırılması talep edilmektedir.

 Günümüzde kadınlar yasalarda ve uluslararası sözleşmelerde yapılan düzenlemelerle eşit haklara sahip olmalarına rağmen, haklarını kullanmada çok yönlü engellerle karşılaşıyorlar. Bu nedenle, 8 Mart’lar bir kutlama günü değil, kadınların hak mücadelelerini anma, ayrımcılığa, şiddete karşı çıkma günüdür, demek daha doğru olacaktır.

Türkiye Cumhuriyeti, kur uluşunun ilk yıllarından itibaren kadın erkek eşitliği yolunda dünyanın birçok ülkesine kıyasla daha ileri düzenlemeler ve uygulamalar gerçekleştirmiştir. Henüz “Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi-1948”; “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesi-1979” gibi uluslararası sözleşmelerin dünya gündeminde bile olmadığı bir dönemde, Türkiye’de kadınlara milletvekili seçme-seçilme hakkı tanınmıştır.

1980’lerden sonra, özellikle Türkiye’nin kadın haklarına ilişkin uluslararası sözleşmeleri onaylamasını takiben, zamanın ihtiyacına uygun eşitlik ve demokratikleşme adımları atılmıştır.

Ancak, 2010’lu yıllarda ve sonrasında kadınların Medeni Kanun başta olmak üzere kazanılmış yasal haklarından, 8 yıllık zorunlu temel eğitimden ve laik bilimsel eğitimden geri adımlar atılması, kadın erkek eşitliğinin göz ardı edilmesi karşısında eşitlik mücadelesini sürdüren kadınlar olarak, 8 Mart 2024 günü bir kez daha:

 

– demokrasinin temel kriteri olan kadın erkek eşitliğinin, aileden başlayarak toplumsal yaşamın her alanında, eğitimde, çalışma yaşamında, siyasette çağdaş standartlarda yasal temele dayandırılmasını ve uygulamaya geçirilmesini;

– ailede, iş yerinde, sokakta kadına yönelik fiziksel, sözel, cinsel, ekonomik, psikolojik ve dijital şiddete son verilmesini;

– sayıları giderek artan kadın cinayetleri davalarının yargılama sürecinde özellikle sanık avukatlarının “haksız tahrik!” indirimi talep ederken, mesleğin etik ilkelerini göz ardı etmemelerini;

–  ülkemizde Atatürk ilke ve devrimleri ışığında demokrasinin ve sürdürülebilir kalkınmanın gerçekleşmesi için laiklik ve eşitlik mücadelemizi sürdüreceğimizi kamuoyu ile paylaşacağız.

 


 

Yazı: Nazan MoroğluMEF Ü. Hukuk Fakültesi – LL.M.

Makalelerdeki görüş ve yorumlar yazar veya yazarlara ait olup , Etik ve İtibar Derneği’nin konu ile ilgili düşüncelerini yansıtmamaktadır.

 

Siz de beğenebilirsiniz