Günümüzde şirket içi etik ve uyumluluk bilincinin artması oldukça sevindirici bir gelişme olarak karşımıza çıkıyor. Şirketler ihbar hatları kurarak, hem çalışanlarını bilinçlendirmekte hem de şirket içi uyumluluğun artmasına katkıda bulunuyor. Association of Certified Fraud Examiners (ACFE) 2016 Çalışan Suistimalleri ve İstismar Raporu (http:// www.acfe.com/rttn2016.aspx ), ihbar hattı olan şirketlerin yolsuzluğu yakalama oranının diğerlerine göre daha fazla olduğunu ve yolsuzluğun en yaygın tespit yönteminin ihbar olduğunu açık bir şekilde gösteriyor.
Şirket iç mekanizması sayesinde bir uyumsuzluğun farkına varabileceği gibi, bir çalışanının veya üçüncü bir kişinin ihbarı ile de bir yolsuzluk iddiası ile karşı karşıya kalabilir. Böyle bir durumda, bu iddianın aslı olup olmadığını araştırırken şirket iç politikalarının olması hayat kurtarabilir. Yöneticiler serinkanlılıklarını kaybetmeden acil alarma basmalıdırlar. Genelde ilk reaksiyon olarak, uyum sorumlusu ve danışmanlarına başvurup acil bir yol haritası talep etmeleri gerekir. Bu noktada ilk akla gelen, yolsuzluğun mutlaka bir yerlerde iz bırakmış olduğudur. Bu izi takip etme yöntemlerinin başında ise yolsuzluğa dahil olduğu iddia edilen -şüphelenilen- çalışanın e-maillerinin incelenmesi gelir. Ancak bu süreç işverenler tarafından birçok tereddüde yol açmaktadır. Bu sürecin hukukun farklı yönleriyle değerlendirilmesi ve her aşamanın, bir sonraki aşama düşünülerek ele alınması çok önemlidir.
Bu çerçevede yazımızda disiplinlerarası bir yaklaşım ile kişisel verilerin korunması hukuku, iş hukuku ve ceza hukuku bakımından iç soruşturmalar kapsamında e-mail incelenmesi sürecinin nasıl yönetilmesi gerektiği değerlen dirilecektir.
İŞVERENLER TARAFINDAN İÇ SORUŞTURMA SÜRECİ BAŞLATILDIĞINDA, E-MAİLLERİN OKUNMASINA SIKLIKLA BAŞVURULUR. ANCAK BU SÜREÇTE İŞVERENİN MENFAATLER DENGESİNE GÖRE HAREKET ETMESİ VE ÇALIŞANLARININ KİŞİLİK HAKLARINI KORUMA
BORCU ALTINDA OLDUĞUNU UNUTMAMASI GEREKİR.
İŞ HUKUKU BAKIMINDAN DEĞERLENDİRMELER
İşverenler tarafından iç soruşturma süreci başlatıldığında e-maillerin okunmasına sıklıkla başvurulmaktadır. Ancak bu süreçte işverenin menfaatler dengesine göre hareket etmesi ve çalışanlarının kişilik haklarını koruma borcu altında olduğunu unutmaması gerekmektedir. Süreçte dikkat edilmesi gereken bir diğer husus ise şeffaflık ilkesidir. Bu kapsamda işverenin çalışanlarını e-maillerinin incelenebileceği konusunda iş sözleşmeleri ya da bilgi güvenliği gibi iç yönetmelikler aracılığı ile bilgilendirmesi uygun olacaktır. Konu ile ilgili Yargıtay uygulamasına bakıldığında, Yargıtay’ın iş hukuku uyuşmazlıkları ile ilgilenen 9. Hukuk Dairesi’nin 13.12.2010 tarihli 2009/447 E. ve 2010/37516 K. sayılı kararı ile, işverenin kendisine ait bilgisayar ve e-mail adresleri ile bu adreslere gelen e-postaları her zaman denetleme yetkisi bulunduğu kabul edilmiştir. Yargıtay söz konusu kararında, çalışanların e-maillerinin incelenmesi durumunda işverenin yetkilerini son derece genişlettiği görülmektedir.
Yargıtay’ın yaklaşımına karşı, uygulamada etik ve uyum bilincinin y
üksek olduğu şirketlerin şeffaflık ilkesini benimsediği ve bu kapsamda iş sözleşmelerine ek olarak gizlilik politikaları, bilgi güvenliği politikaları gibi iç yönetmelikleri de çalışanlarına imzalattıkları görülmektedir. Ancak bu politikaların bağlayıcılığı ve e-mail incelemelerinin yapılmasının ne derece meşru kıldığı da işverenlerce tereddüt oluşturan hususlardan birisidir. Zira çalışan e-mailleri kurumsal olsa da, bu e-mailler üzerinden kişisel yazışmalar da yapılabilmekte ve bu durum çalışanın özel hayatının gizliliğinin ihlal edilme riskini barındırmaktadır.
Bu konuda son derece yeni tarihli verilen Anayasa Mahkemesi’nin 10.05.2016 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 24.03.2016 tarihli kararı bu konuya ışık tutmaktadır. Söz konusu kararda Bilgi Güvenliği Taahhütnamesi ve İş Yeri Disiplin Yönetmeliği gibi iş sözleşmelerinin parçası olarak kabul edilen iç yönetmelikleri imzalayan ve böylelikle işveren tarafından hazırlanmış kural ve kısıtlamaları içeren tüm genel düzenlemeler hakkında yeterli derecede bilgilendirilen çalışanların, kurumsal e-mail hesapları üzerinden gerçekleştirdikleri kişisel yazışmaların incelenmesinin mümkün olduğu sonucuna varılmıştır.
Buradan hareketle Anayasa Mahkemesi, çalışanların yazışmalarını inceleyen işverenin, meşru bir amaç taşıdığı ve işveren tarafından gerçekleştirilen müdahalenin söz konusu meşru amaçla ölçülü olduğu sonucuna vararak, çalışanların kurumsal e-mailleri üzerinden gerçekleştirilen kişisel yazışmalarının incelenmesinin özel hayatın gizliliğine dair haklarının ihlal edilmediğine hükmetmiştir.
Dolayısıyla, iş sözleşmelerinin yanı sıra işverence özellikle verilerin gizliliği ve kullanımı hakkında politikaların benimsenmesi ve bunların çalışanlar tarafınca kabul ettirilmesi, iç soruşturmalarda e-maillerin incelenmesi bakımından işverene ölçülü ve meşru olmak kaydıyla serbesti tanımaktadır. Söz konusu politikalarda ise kurumsal e-mailler üzerinden özel yazışmaların gerçekleştirilmesinin yasaklanması, işverene iç soruşturma sırasında e-maillerin incelenmesi konusunda karşılaştırılabilir düzeyde serbesti sağlayacaktır.
ASIL KURAL VERİ İŞLENMESİ İÇİN VERİ SAHİBİNDEN ONAY ALINMASI OLSA DA, BU ÖZELLİKLE İÇ SORUŞTURMALARDA HER ZAMAN MÜMKÜN OLMAZ BU NOKTADA, KİŞİSEL VERİ KANUNU’NDAKİ BİR TAKIM İSTİSNALAR DEVREYE GİRECEKTİR.
KİŞİSEL VERİLERİN KORUNMASI HUKUKU BAKIMINDAN DEĞERLENDİRMELER
Şirket çalışanlarının e-maillerinin incelenmesi ve bilgisayarın imajının alınması kişisel verilerin korunması bakımından da oldukça hassas bir konudur. Özellikle 7 Nisan 2016 tarihli ve 29677 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak kişisel verilerin korunmasına bambaşka bir boyut getiren Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nun (“Kişisel Veri Kanunu”) yürürlüğe girmesiyle birlikte iç soruşturmalarda atılacak her bir adımın bu açıdan da hukuka uygun olduğundan emin olunması gerekmektedir.
Peki, e-mail incelemesine başlanmadan önce veri sahiplerinden onay alınması gerekmekte midir?
Kişisel Veri Kanunu açısından bakıldığında, ilgili kişilerin e-mailleri ve kurumsal bilgisayarları kapsamında kişisel veri niteliğindeki hususların barınması olasılığı bir hayli yüksek olduğundan, bu e-maillerin incelenmesi kişisel verilerin “işlenmesi” tanımı altında yer almaktadır. Asıl kural veri işlenmesi için veri sahibinden onay alınması olsa da, bu özellikle iç soruşturmalarda her zaman mümkün olmamaktadır. Bu noktada, Kişisel Veri Kanunu’ndaki bir takım istisnalar devreye girecektir. Bir başka deyişle, bu istisnaların varlığı halinde veri sahibinden (işçiden) açıkça onay alınmasına gerek kalmayacaktır. Bu istisnalar arasında hassas olmayan kişisel veriler bakımından Kişisel Veri Kanunu’nun Madde 5/2 hükmü uyarınca, “İlgili kişinin temel hak ve özgürlüklerine zarar vermemek kaydıyla, veri sorumlusunun meşru menfaatleri için veri işlenmesinin zorunlu olması,” kanunlarda açıkça öngörülmesi, bir sözleşmenin kurulması veya ifasıyla doğrudan doğruya ilgili olması kaydıyla, sözleşmenin taraflarına ait kişisel verilerin işlenmesinin gerekli olması sayılmaktadır.
Yukarıda açıklandığı gibi, TBK’nın kişisel verilerin kullanılmasına ilişkin TBK’nın 419. maddesinde yer alan, “İşveren, işçiye ait kişisel verileri, ancak işçinin işe yatkınlığıyla ilgili veya hizmet sözleşmesinin ifası için zorunlu olduğu ölçüde kullanabilir hükmünün geniş uygulanması sonucunda çalışanın e-mail yazışmalarının incelenmesi, “kanunda açıkça öngörülmesi” istisnası altında değerlendirilebilecektir.
Bunun yanı sıra şirket içinde yapılan soruşturmalar şirketin meşru menfaatleri çerçevesinde değerlendirilebilir, zira bu inceleme sayesinde şirkette oluşacak telafisi mümkün olmayan zararların önüne geçilmeye çalışılacaktır. Burada Kişisel Veri Kanunu’nun Madde 5/2’deki, “ilgili kişinin temel hak ve özgürlüklerine zarar vermemek kaydıyla” cümlesi önem kazanmaktadır, zira her bir olay için bu değerlendirmenin ayrı ayrı yapılması gerekmektedir.
Bununla birlikte son olarak iş sözleşmesinin ifası kapsamında iç soruşturmada verilerin elde edilmesi halinde açık rıza alınmaksızın verilerin işlenebileceği düşünülebilir. Ancak bu istisnada önemli olan “doğrudan sözleşmenin ifasıyla ilgili olması”dır. Bu hususun Veri Koruması Kanunu’nda öngörülen, Kişisel Verilerin Korunması Kurulu oluştuktan sonra daha da netleşeceği beklenmektedir.
Son olarak belirtmek gerekir ki, yukarıda sayılan istisnalar hassas olmayan kişisel veriler bakımından geçerli iken hassas (özel nitelikli) veriler bakımından yukarıdaki istisnaların iç soruşturmalara uygulanması mümkün görünmemektedir ve bu durum da uygulamada sorunlara yol açabilecektir. Özellikle iç soruşturma sırasında, özellikle çalışanların e-maillerini özel amaçla da kullanımın
a izin verilmişse, işçinin e-maillerinde “sağlık/hastalık” verisi ile karşılaşılması olasıdır. Sağlık verilerine ilişkin olarak 20 Ekim 2016 tarihinde 29863 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Kişisel Sağlık Verilerinin İşlenmesi ve Mahremiyetinin Sağlanması hakkında Yönetmelik uyarınca, sağlık verileri ancak ilgili kişinin ayrıntılı bir şekilde bilgilendirilmesi, yazılı rızasının alınması ve bu rızanın muhafaza edilmesi hâlinde, rıza doğrultusunda işlenebilecek ve aktarılabilecektir ve bu kurala yukarıdakilere benzer herhangi bir istisna getirilmemiştir. Bu kapsamda şirketlerin özellikle iç soruşturma sırasında sağlık verisi elde edilmesi konusuna hassas yaklaşması gerekmekte olup, çalışanlardan özellikle sağlık verilerinin şirketin meşru amaçları doğrultusunda işlenebilmesine ilişkin olarak alınacak yazılı ve bilgilendirilmiş rıza önem arz eder. Bu yönde önceden alınabilecek genel bir rıza uygulamada pratik olsa da bu şekilde alınacak olan rızaların geçerliliği de tartışmaya açık bir konu haline gelebilir. Esasen yürütülen soruşturmalarda bu tip verilerin işlemeye konu olmaması, soruşturma kapsamında mümkünse kullanılmaması, bu konuda hassas davranılması gerekmektedir.
AVRUPA BİRLİĞİ’NDE BENİMSENEN KRİTERLER
Yukarıdaki açıklamalar ile birlikte yeni mevzuatımıza giren Kişisel Veri Kanunu’nun nasıl uygulanacağına ilişkin henüz çıkarılan bir yönetmelik veya kılavuz olmaması nedeniyle, veri koruması alanında çok uzun bir geçmişe sahip olan Avrupa Birliği uygulamalarının da dikkate alınmasında fayda bulunmaktadır.
Avrupa Birliği uygulamalarına bakıldığında iç soruşturma sürecinde e-maillerin incelenmesine ilişkin şeffaflığın benimsenmesi, meşru bir sebebin varlığı, verilerin güvenliğinin sağlanması, işlenen verilere ilişkin veri sahiplerinin taleplerinin hukuka uygun şekilde yönetilmesi sayılmaktadır. Bu ilkelerin benimsenmesi ile hukuka uygun bir e-mail inceleme sürecinin yapıldığı söylenebilecektir.
ŞİRKET SORUŞTURMASINA PARALEL VEYA
BU SORUŞTURMA ÖNCESİNDE VEYA SONRASINDA, SAVCININ DA KENDİ SORUŞTURMASINI YÜRÜTMESİ İHTİMAL DAHİLİNDEDİR.
AVRUPA BİRLİĞİ’NDE BENİMSENEN KRİTERLER
Yukarıdaki açıklamalar ile birlikte yeni mevzuatımıza giren Kişisel Veri Kanunu’nun nasıl uygulanacağına ilişkin henüz çıkarılan bir yönetmelik veya kılavuz olmaması nedeniyle, veri koruması alanında çok uzun bir geçmişe sahip olan Avrupa Birliği uygulamalarının da dikkate alınmasında fayda bulunmaktadır.
Avrupa Birliği uygulamalarına bakıldığında iç soruşturma sürecinde e-maillerin incelenmesine ilişkin şeffaflığın benimsenmesi, meşru bir sebebin varlığı, verilerin güvenliğinin sağlanması, işlenen verilere ilişkin veri sahiplerinin taleplerinin hukuka uygun şekilde yönetilmesi sayılmaktadır. Bu ilkelerin benimsenmesi ile hukuka uygun bir e-mail inceleme sürecinin yapıldığı söylenebilecektir.
CEZA HUKUKU BAKIMINDAN DEĞERLENDİRMELER
İç soruşturma sürecinde çalışanların ku- rumsal e-maillerinin ve diğer aygıtlarının hukuka uygun şekilde incelenmesi, ceza soruşturmaları aşamasında da ayrı bir öneme sahip olmaktadır. Zira tüm bu incelemeler sonucunda elde edilen veri ve belgeler, soruşturma aşamasında delil niteliğini haiz olacaktır. Ancak hukuka uygun olmayan delillerin değerlendirilmesi mümkün olmadığından, soruşturmaların yukarıda açıklanan şekillerde -Kişisel Veri Kanunu’na uygun şekilde- yürütülmesi daha da önem kazanmaktadır. Buna ek olarak, ilgili çalışanın kurumsal bilgisayarı/aygıtı verdiğine ilişkin tutanağın bulunması, tüm hukuki sürecin bir avukat ile yürütülmesi ve bu şekilde ilgili kişinin anayasal haklarına ve özellikle özel hayatın gizliliğine zarar verilmemesi hukuka uygun delillerin toplanılması bakımından atlanmaması gereken noktalardır. Bu süreç öncesinde kişinin açık rızasının alınmış olması en sağlıklı ve güvenli yöntem olacaktır.
İç soruşturma sırasında bilgisayardan veri toplanılmasına karar verilirse bu sürecin çok hassas olduğu ve profesyonel bir ekip tarafından yürütülmesi gerektiği bilinmelidir. Bilgisayar, eğer bir ağa bağlı ise, bu ağdan ayrılmalı ve güvenli bir bölgeye götürülerek muhafaza altına alınmalıdır. Veriler düzgün bir şekilde kopyalanarak, kopyalanan verilerin hash değeri (1) alınmalıdır. Böylelikle veriler zaman damgasıyla damgalanmış olacaktır. Hash değerinin ilgili çalışan huzurunda alınması veya bu mümkün değilse zaman damgası da olduğundan alınan hash değerinin ilgili kişiye iletilmesi şirketi ve ilgili kişiyi koruyacak bir adımdır.
Uygulamada şirketlerin iç soruşturmalarını yürüttükten sonra her zaman durumu yargı- ya intikal ettirmediklerini görüyoruz. Bu tecrübemiz ACFE 2016 Çalışan Suistimalleri ve İstismar Raporu’ndaki bulgular ile de teyit edilmiştir; örneğin şirketlerin %40.7’si ağırlıklı olarak repütasyonlarının etkilenmesinden korktuğu için yolsuzluğu yargı organlarına intikal ettirmemiştir. Ancak uygulamada, yargıya teslim edilmeyerek üstü örtülen usulsüzlüklerin ileride daha ciddi sorunlara yol açtığı görülmektedir.
Şirket soruşturmasına paralel veya bu soruşturma öncesinde veya sonrasında savcının da kendi soruşturmasını yürütmesi ihtimal da- hilindedir. Bu süreçte savcılık makamı, diğer birçok aracın yanı sıra, şüpheli veya ilgili kişilerin e-maillerine ulaşmak ve bunları incelemek isteyebilir. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 134. maddesinde (Bilgisayarlarda Arama ve El Koyma), bilgisayarda önce yerince inceleme (arama) yapılması, bu şekilde delil elde edilmesi mümkün olmazsa, (bilgisayar, bilgisayar programları ve bilgisayar kütüklerine şifrenin çözülememesinden dolayı girilememesi veya gizlenmiş bilgilere ulaşılamaması halinde) bilgisayarlara el konulması öngörülmektedir. El konulan bilgisayarın (veya daha doğru bir ifadeyle harddisk’in) kopyası alınıp, orijinali derhal sahibine iade edilmelidir. Burada sadece “bilgisayar” dendiğine bakılmamalı, uygulamada her türlü elektronik araç üzerinde bu tedbir uygulanmaktadır. Ayrıca Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği’nde de cloud gibi, bilgisayar ağları ve diğer uzak bilgisayar kütükleri ile çıkarılabilir donanımları hakkında da bu hükmün uygulanması mümkündür. Sor
uşturmada her türlü delil elde etme yönteminin uygulanması, ancak artık başka surette delil elde etme imkanının bulunmaması gerekmektedir. Bir başka deyişle, bilgisayarlarda arama ve el koyma işleminin yapılması delil elde etme açısından son çare olmalıdır. Ne var ki uygulamada bu şart genelde atlanmakta ve bu konuda çok fazla hak ihlali olmaktadır.
Dipnotlar
(1) Hash değeri: Dosyaların parmak izi de denilen ve dosya üzerinde en küçük bir değişiklik yapıldığında baştan sona değişen, dolayısıyla yedeklenen verilerin bütünlüğünü teminat almaya yarayan sayısal değerlerdir.
Av. Filiz Toprak Esin
Av. Beril Yayla
Av. Bensu Aydın
Makalelerdeki görüş ve yorumlar yazar veya yazarlara ait olup , Etik ve İtibar Derneği’nin konu ile ilgili düşüncelerini yansıtmamaktadır.
Etik ve Uyum Programı Nasıl Hazırlanır?
Kurumsal Etik ve Uyum Programı Geliştirme Gereğinin Ardındaki İtici Güçler
Sorumlu İş Modelinin Şirkete Yararları
Sorumlu İş Modeli
Yeni Yıl Yaklaşırken Hediye Ağırlama ve Etik Denge
Abdi İpekçi ve Etik
Şeffaf Bir Dünya İçin: 9 Aralık Dünya Yolsuzlukla Mücadele Günü
Yolsuzlukla Mücadelede İletişim Stratejileri: Etkiyi Arttırmanın Yolları