Genel

İnsanlığa Adanmış Hayatlar

1958 yılı. Bir grup Tıp Fakültesi öğrencisi ders için Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ni ziyarete gider. İçlerinde bulunan ilk çocuğuna hamile bir genç kadın doktor adayının, bahçe duvarının dış tarafındaki lepra servisindeki hastalar dikkatini çeker. Kendilerine bu hastaların cüzzamlı olduğu, onlara dokunmamaları ve uzaktan bakmaları söylenir. Genç kadın çok şaşırır yıllar sonra yazdığı anılarında  bu anı şöyle anlatacaktır:

“1958 yılıydı. Bakırköy Akıl Hastanesi’ni görmeye gitmiştik. Çırılçıplak, iyileşme şansı olmayan, bakımsız, sahipsiz birçok insan parmaklıkların arkasındaydı. Cüzzamlılar pavyonuna giderken, ‘Sakın yaklaşmayın, ellerinizi değdirmeyin, uzak durun’ diye uyarıyorlardı bizi. Bu bana çok ters geldi birden. Hayvanat bahçesine mi gidiyoruz?”

O günü asla unutmaz. Mezun olur ve cildiye uzmanı olarak göreve başlar.İngiltere’ye lepra konusunda uzmanlaşmaya gider. Bir yıl sonra Türkiye’ye dönerek Sağlık Bakanlığı’na müracaat edip, lepra konusunda sorumluluk almak istediğini söyler. İşte bu kahraman; doktor, akademisyen, yazar, eğitimci Türkan Saylan’dır.

Türkan Saylan görevi almakla yetinmez. Tüm Anadolu’yu bu hastalıkla mücadele etmek için karış karış gezmeye başlar. Ekibi ile birlikte başta Van olmak üzere lepranın var olduğu bütün iller, ilçeler köyler taranarak, hasta ve yakınlarına ulaşır. Hastaların tedavileri yapılır, fiziksel ve sosyal rehabilitasyonları sağlamak için elinden geleni yapar. Onun bu emekleri ile  Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Türkiye’yi “lepranın çok azaldığı” ülkelerden biri ilan eder. Kendisi de 1986’da Hindistan’da Uluslararası Gandhi Ödülü’ne layık görülür.

Türkan Saylan cesaret, merhamet ve etik kavramlarının hepsini içselleştirmiş bir kahramandır.  Kendi ifadesiyle: Yaptığımız her şey için iyi ki yapmışız diyoruz ama hiç yeterli bulmuyoruz kendimizi. O kadar çok şeyi eksik yaptım ki. Yapmak istediğim bir sürü şey var. Bu işlere 30 yaşımda başladım, keşke 20 yaşımda başlasaydım, şimdi 10 yıl daha ilerde olurdum. Ben kendim için hiçbir şey istemedim hayatta, kendi yolumu kendim seçtim diyecek kadar da idealisttir.

Çocuk felci, tıbbi olarak polio olarak da bilinen hastalık 19.yüzyıldan itibaren artarak etkini göstermektedir. Özellikle 20. yüzyılın başlarında tüm dünyada salgınlar şeklinde yayılmış ve milyonlarca kişinin hayatını kaybetmesine veya sakat kalmasına sebep olmuştur. Çocuk felci özellikle 20. yüzyılın ilk yarısında dünya çapındaki ciddi halk sağlığı sorunlarından biri haline gelmiştir. Hastalığı yenmek ve salgınları bitirmek için aşı çalışmaları hızlansa da 1950’lere gelindiğinde henüz istenilen aşamaya gelinememiştir. Araştırmacı doktor Jonas Salk da ekibiyle birlikte aşıyı bulmak için çabalamaktadır.

1952 yılında sadece ABD’de 57.628 çocuk felci vakası yaşanmıştı. Hızlı olunması gerekmektedir. Salk, salgından iki yıl sonra formaldehitle öldürülmüş virüsten aşı elde etmeyi başarır. Daha sonra 1954 ve 1955  aşının çocuk felcine karşı etkili olduğu kanıtlanır.1957 yılına gelindiğinde, Salk’ın aşısı sayesinde ABD’de görülen çocuk felci vakaları %80-90 oranında azaltılmıştır. Daha da önemlisi John Salk’ın polio aşısısının patent hakkını almayı reddetmiştir. Salk, aşının herkese ücretsiz olarak sunulmasını ve geniş bir kitleye erişimini sağlamak için patent hakkından vazgeçmiştir. Bu özveri, polio aşısının daha fazla insanın faydalanmasını ve dünyadaki polio salgınlarının hızla bitmesini sağlamıştır.

Kendisine bir röportaj sırasında çocuk felcine karşı aşısının, patentine kimin sahip olduğu sorulduğunda, Salk şu ünlü cevabı verir:Halk, derim. Herhangi bir patent yok. Güneşi patentleyebilir misiniz?”

İki doktor iki insanlığa adanmış hayat. En karanlık zamanlarda bile umudun ateşini günümüze taşımayı başarıyorlar. 14 Mart Tıp Bayramı vesilesiyle, bu örnek doktorları ve sağlık personellerini yad etmek, onların yüksek etik değerlerini ve insanlığa adanmışlıklarını hatırlamak, bizlere gelecekte de ilham kaynağı olacaktır. Elbette yalnız değiller. Hikayelerini başka zamanlarda anlatabileceğimiz bir çok doktor ve sağlık personeli bulunuyor. İsterseniz son sözü Jonas Salk söylesin:

“Yapılan işin en büyük ödülü, daha fazlasını yapma fırsatıdır.”

 

Kaynaklar:

https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-42223090

https://tr.wikipedia.org/wiki/Jonas_Salk

https://www.salk.edu/about/history-of-salk/jonas-salk/


Yazı: Ali Cem GülmenTEİD Araştırma ve Yayın Direktörü

 

Not: Makalelerdeki Görüş Ve Yorumlar Yazar Veya Yazarlara Ait Olup , Etik Ve İtibar Derneği’nin Konu Ile Ilgili Düşüncelerini Yansıtmamaktadır.