Ya da batsa da, bu kadar cankaybı yaşanır mıydı? Dünyanın bu çapta gördüğü ilk büyük deniz kazası ve felaketi olan Titanic vakasının ışığında, sadece mevzuatlara uyumun yeterli olup olmadığına tekrar bir bakmakta sonsuz fayda var, çünkü iş dünyası her zaman suyun altındaki kısmı gözlerden uzak sayısız aysbergle dolu…
White Star Line şirketine ait Olympic sınıfı bir yolcu gemisi olan RMS Titanic, 15 Nisan 1912 gecesi daha ilk seferinde bir buzdağına çarpmış ve yaklaşık iki saat kırk dakika içerisinde batmıştı. 20. yüzyılın ilk büyük felaketi olarak görülen ve ismi hafızalara kazınan kazada tam 1514 kişi hayatını kaybetmişti.
1912’de yapımı tamamlandığında dünyanın en büyük buharlı yolcu gemisi olan RMS Titanic, zamanında “batmaz” bir transatlantik olarak adlandırılıyordu. Çeşitli denizcilik kanunlarının değişmesine sebep olan Titanic kazası modern çağın en büyük deniz felaketlerinden biri olarak görülüyor.
Titanic’in batışı, birçok farklı sebebin bir araya gelmesine bağlı olsa da can kaybının bu boyutlara varmasının sebebi, geminin herkese yetecek kadar filika taşımıyor olmasıydı.
Titanic’in tam kapasitesi 3547 kişi olmasına rağmen gemideki filikaların toplam kapasitesi 1178 kişiydi. Ölümlerin çoğunluğu -2 °C derecedeki su sıcaklığına bağlı hipotermi yüzünden 15 dakikadan daha az sürede gerçekleşmişti.
Aslında Titanic’in filika sayısı yasal olarak yeterliydi. İlgili yönetmelik 10.000 ton üzerindeki gemilerin en az 155.724 m3 genişliğinde 16 filika taşımasını zorunlu kılıyordu. Titanic’te ise 16 ahşap filika ve buna ek olarak 4 adet katlanabilir filika bulunuyordu. Böylelikle gemi yönetmelikte belirtilen filika sayısından gerçekten de daha fazlasını taşıyordu.
Yalnız bir sorun vardı: Söz konusu kurallar, zamanının en büyük gemileri Campania ve Lucania sadece 13.000 ton olduğu 1894 yılında konulmuştu ve yönetmelik o zamandan beri de değişmemişti. Titanic ise 52.310 ton ve 3547 kişlik kapasitesiyle mevzuatın öngördüğünün çok daha ilerisinde kalıyordu.
Uzun zamandır büyük bir deniz kazası yaşanmamış olması, kurtarma operasyonunun konseptini değiştirmişti. Cankurtarma sandalları ise bütün yolcuları kurtarmak için değil, yakında olan gemilere yolcuları taşımak için kullanılıyordu sadece. Titanic’in batmaz bir gemi ilan edilmesi, kurtarma operasyonlarına dikkatin yoğunlaştırılmasını büyük ölçüde engelliyordu. Ne de olsa böyle bir geminin batması, neredeyse ihtimal dışıydı… En son olarak da Titanic gibi büyük ve kalabalık bir geminin hızlıca batması, bu tür bir kurtarma operasyonunu tamamen başarısız kılmıştı.
MATAFORALAR İYİ DE, YA FİLİKALAR?
Etik ve Uyum Yönetimi, müşterilere karşı sorumluluğu da ortaya koyan öncellikle bir risk yönetimi işlemidir. Sadece yasalara uygun iş yapmak yerine, yasalara ve etik değerlere uygun iş yapmak olarak görülebilir. Kısacası “Yasal Zorunluluklar”dan bir adım sonrasıdır.
Sadece mevzuata uyum ile sınırlı kalmayan iş etiği açısından bakarsak, etik ve uyum yönetimi proaktif bir çaba olarak görülmeli ve kuralların ötesinin de risk yönetimi açısından önemli olduğunu fark edilmelidir.
İşin ilginç yanı, çok daha ucuz mataforalar (can kurtarma filikalarının asıldığı ve filikaları indirip kaldırmaya yarayan vinç sistemleri) almak varken White Star yönetimi en iyi ve en pahalı olanları almıştı. Gemi tasarlanırken ve pazarlanırken söylenilen “en kaliteli” iddiasından en ufak bir ödün verilmemişti. Fakat zamanının mevzuatının gerektirdiğinden fazla cankurtarma filikası da satın alınmamıştı.
Eğer White Star’ın yöneticileri “Mataforalar dahil birçok kaleme çok büyük paralar harcadık, o zaman gemideki herkese yetecek kadar cankurtaran filikası da almamız gerekir. Sabit fiyatlı, bir kerelik alımlı ve düşük bakım maliyetine sahip bu tür bir masraf yapmamızın büyük faydaları olacaktır. Hiçbir zaman ihtiyacımız olmasa bile bizi diğer transatlantiklerden ayıracak olan bu tür bir masraf gemimizi en büyük, en hızlı ve en lüks gemi yapmanın yanı sıra herhangi bir kaza durumunda da en güvenli gemi yapacaktır” deselerdi böyle bir can kaybı yaşanmayacaktı. Fakat onlar böyle bir emniyet/güvenlik önlemini müşterilerin göz zevkini bozabilecek gereksiz bir masraf görüp önlem almamayı tercih etmişlerdi.
TEK SUÇLU WHITE STAR MI?
Bir başka risk alanı ise, Titanic’in hiçbir test yolculuğuna çıkmadan sefere çıkmasıydı. Üstelik bu seferde gemi tam kapasite ile yola çıkmıştı. Bu durumu engelleyen bir düzenleme olmamasına rağmen böyle büyük ve yeni teknikler denenmiş bir geminin ilk seferinde ağzına kadar dolu olarak Atlantik’i geçmesi büyük bir risk olarak görülebilir.
Birçok şirketin kötü deneyimleriyle öğrendiği mevzuata uyumun tek başına uygulanması, iş etiği ile risk yönetimine gerekli önemin verilmemesinin kurumu zarar veya kayıplardan korumakta yeterli olmadığı aşikar.
Eğer mühendisler, geminin bu kadar “batmaz” olduğuna inanmasalardı belki de cankurtaran filikalarını süsten ve lüksten daha az önemli görmeyeceklerdi. Böylelikle gemide yer alan her yolcu için filika bulunabilecekti.
Aslında bütün suçun White Star’a kalması da haksızlık olur. Bütün denizcilik sektörü aslında düzenlemelerin artık güncel koşulları karşılamadığının farkındaydı. Fakat değişmesini istemek, daha fazla masraf ve tabii daha az kâr demekti. Bu yüzden güvenlik zaafiyetlerine rağmen susmayı tercih ettiler. Kısacası Titanic’in derslerinin ışığında, her türlü etik ve uyum dokümanlarına, politikasına ve kontrol mekanizmasına sahip olabilirsiniz, fakat bunların operasyonel olması ve pratik iş hayatında yer alması tamamen ayrı bir başlık olarak ele alındığını söylemekte sakınca yok. Yolsuzluklar yüzünden batan Enron’un skandal ortaya çıkmadan oluşturduğu efsanevi(!) 65 sayfalık etik kodunu düşününce “Etik kültür oluşturmak nedir” sorusu bir kez daha önem kazanıyor.
TITANIC HAKKINDA 3 SORU!
Soru 1: Eğer White Star’da yönetici olsaydınız iş etiği ilkelerini de göz önüne alarak tüm yolculara yetecek miktarda cankurtma filikasının gemiye alınmasını talep eder miydiniz?
Soru 2: Henüz yeteri kadar denenmemiş böyle bir gemininin, mevzuata uygun bile olsa ilk seferinde Atlantik’i geçmeye çalışmasına risk yönetimi ve iş etiği açısından nasıl bakabiliriz?
Soru 3: White Star’ın yöneticileri, Titanic’in zamanın en hızlı transatlantiği olma özelliğini ön plana çıkarmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Yine bu yüzden Kaptan Smith’e mevzuatın izin verdiği azami hızda yolculuk yapmasını öneriyorlardı. Sonuçta yönetici olarak geminin itibarı ve gelecek seferlerde etmeyi düşündüğünüz kârı da göz önüne alırsanız, bu tür bir istek sizce uygun mudur?
Sorulara cevap vermeden önce gözardı edilmemesi gerekenler:
– Mevzuata göre böyle bir masrafın yapılmasına gerek yoktur.
– Uzun zamandır çok sayıda insanın hayatını kaybettiği bir gemi kazası yaşanmamıştı.
– Buzdağlarının böyle bir kazaya yol açabileceği tahmin edilmiyordu.
– Titanic gibi bir geminin bu kadar kısa bir sürede batmayacağı, böylece cankurtarma filikalarının sadece yardıma gelecek olan gemiye taşıma operasyonlarında kullanılacağı düşünülüyordu.
– Zamanın gemicilik geleneklerinde bu tür uzun deneme yolculukları bulunmamaktaydı.
Etik ve Uyum Programı Nasıl Hazırlanır?
Kurumsal Etik ve Uyum Programı Geliştirme Gereğinin Ardındaki İtici Güçler
Sorumlu İş Modelinin Şirkete Yararları
Sorumlu İş Modeli
Yolsuzlukla Mücadelede İletişim Stratejileri: Etkiyi Arttırmanın Yolları
G20 Zirvesi Sona Erdi, Etkileri Devam Ediyor: B20 Brasil Responsiveness Report
G20 Brezilya bitti sıra Güney Afrika’da
İş Etiği ve Uyum Politikalarının Ticari Hayattaki Yeri ve Önemi