“Ölümcül bir gaz değil, sadece rahatsız edici bir çeşit göz yaşartıcı gaz”
Dr. Loya, Bhopal Union Carbide’ın resmi doktoru
Bundan yaklaşık 30 yıl önce, gelmiş geçmiş en büyük endüstriyel kazasına tanık oldu dünya. 15 bin kişinin ölümüne, onbinlerce kişinin sakat kalmasına ve yüzbinlerce kişinin kalıcı sağlık sorunları yaşamasına neden olan Bhopal Faciası, önlenebilir miydi; en azından kaza sonrası alınacak önlemler ile felaketin bu boyuta ulaşması engellenebilir miydi? Şu anda bir fikir jimnastiği gibi duran bu sorular, inanın aslında yüzlerce insan hayatı değerinde…
Yakın tarihin en büyük endüstri felaketlerinden biri olan Bhopal Felaketi bundan 34 yıl önce 2-3 Aralık 1984’de Hindistan’ın Madhya Pradesh eyaletinde meydana geldi. Amerikan Union Carbide şirketine ait tarım ilacı fabrikasında meydana gelen büyük bir gaz kaçağı sonucunda, fabrikadan dışarı yanlışlıkla 40 ton metil izosiyanat gazı sızdı. Kazanın sonucunda fabrikanın çevresinde yaşayan 3787 kişi anında hayatını kaybetti. Haftalar içinde bu sayı 3.000 daha arttı. İlerleyen dönemde ise 8.000 kişinin daha hayatını kaybettiği bildirildi. Uzun vadede ise toplam ölümler 15 bine dayandı. Gazdan etkilenenlerin sayısının 558.125 olduğu bildirildi. Bunların 38.478’inin geçici engelli olduğu, 3.900’ünün ise ciddi ve sürekli engelli kaldığı saptandı.
Çernobil faciası kadar korkunç çevresel etkileri olan bu kaza sonrasında, Bhopal eyaleti doğal afet bölgesi ilan edildi. Greenpeace’in bölgede kazadan 20 yıl sonra, 2004 yılında yaptığı ölçümlerde bile toprakta normalin 6 milyon katı toksik madde bulundu.
Hindistan’da kurulu olan şirketin %49’u devlete aitti. Union Carbide şirketi 2001 yılında Dow Chemical tarafından satın alındı. Şirketi satın alan yeni şirket facia ile ilgili hiçbir sorumluluk yüklenmeyeceğini açıkladı.
3,3 milyar dolar tazminat talep edilen Union Carbide ile Hindistan Hükümeti 470 milyon dolara anlaştılar. Felaketten kurtulanlara tazminat olarak kişi başına sadece 500 dolar düştüğü hesaplanıyordu. Ceza davası ise ancak 2010 yılında sonuçlandı ve hepsi de Hintli olan yerel yöneticilerden sekiz kişi ikişer yıl hapse ve her biri 2.000 dolar para ödemeye mahkûm edildiler.
Şirketin Amerikalı Genel Müdürü Warren Anderson bir daha Hindistan’a asla dönmedi ve hiçbir ceza almadı. Union Carbide ise patlamanın bir sabotaj sonucu olduğunu iddia etti. Şirket kazanın sebebi olarak sabotajı gösterse de bu kadar bakımsız, köhne ve denetimsiz bir fabrikanın ABD’de kurulmasının mümkün olmadığı, ayrıca fabrikanın yetersiz teknolojiyle açılmış olduğu iddia edildi. Binlerce insanın ölümüne, 150 binden fazla insanınsa ömürlerinin geri kalan kısmını sakat ve hasta geçirmesine yol açan facia sonrasında, Union Carbide firması, “ticari sır” olduğu gerekçesiyle insanların maruz kaldığı toksik maddenin adını bile açıklamaktan kaçındı. Bu durum, zehirlenenlere bir tanı konmasını imkânsız kılarken, hastanelerde ölümlerin artmasına yol açtı. Union Carbide şirketinin Batı Virginia’da bulunan fabrikasının güvenlik standartları ve bakım prosedürleri ile Bhopal’daki önlemlerin farklılığı büyük bir etik sorun olarak karşımıza çıkıyor. Aynı şekilde fabrikada son derece ölümcül metil izosiyanat maddesi üretilmesine rağmen, çevresinde çalışanların yaşadığı gecekondu bölgelerinin oluşmasına göz yumulması risk faktörünü daha da yükseltti. Yine bu büyüklükteki felaketler için alınması gereken önlemlerin yeterli olmamasının ve acil müdahale prosedürlerinin eksikliğinin felaketin boyutunu trajik hale getirdiği çok açık bir gerçek.
Şimdi bütün problemlere etik ve uyum yönetimi ve yaklaşımları çerçevesinden bakmaya çalışalım. İyi bir etik ve uyum yönetimi böylesi trajik ve korkunç bir kazayı önleyebilir miydi? En azından kaza sonrası alınacak önlemler ile felaketin bu boyuta ulaşmasını durdurabilir miydi? Öyle sorular ki, hepsi yüzlerce insan hayatı değerinde…
20. yüzyılın başında United Carbide değişik alanlarda üretim yapan dört sanayi şirketinin birleşmesinden oluşmuştu. O tarihlerde United Carbide dünya çapında 40 ülkede 130 iştirak ile 120 bin çalışanı olan bir sanayi deviydi.
Aynı şirketin Bhopal ve Batı Virginia’da aynı ürünü üreten kardeş tesisleri bulunuyordu. Her ne kadar iki fabrika aynı olsa da güvenlik standartları açısından aralarında büyük farklılıklar olduğunu bugün net bir şekilde biliyoruz. Bhopal’da bulunan fabrika için Hindistan resmi mevzuatının aradığı güvenlik standartları, ABD’deki fabrikanın uyması gereken mevzuatın çok ama çok gerisindeydi. Yine ABD’deki fabrikada yeni sistemler ve araçlar kullanılırken Hindistan’daki fabrika bu konuda oldukça eski bir teknolojiye sahipti. Benzer şekilde, gaz sızıntılarını raporlama konusunda işçilere verilen eğitimlerde de Bhopal ve ABD’deki tesisler arasında büyük bir düzey farkı vardı.
Bu farklılıkların nedeni sorgulandığı zaman alacağınız cevap aynıydı: Hindistan’daki ile ABD’deki mevzuat farklıydı. Dolayısıyla önlemler, prosedürler ve eğitimler de farklı oluyordu. Dolayısıyla düzeyleri eşitlemeye yönelik bu tür güvenlik ve teknolojik yenilemelerin gereksiz ve masraflı olduğu düşünülüyordu.
Bu noktada -çalışılan ülke mevzuatına uyma konusunda haklı olsalar bile- “Union Carbide’ın iki ülke arasında bu kadar farklı bir güvenlik anlayışı uygulaması etik midir?” sorusu gündeme geliyordu.
Mevzuat sadece checklist’e işaret atmak için mi uygulanmalı? Yoksa mevzuatın yapılma amacı olan işçi ve çevre güvenliği konusunda azami önlemler mi alınmalıydı?
Aslında en can alıcı soru burada ortaya çıkıyor: “Sözkonusu şirketin etik ve uyum yöneticisi olsaydınız fabrikanıza ne kadar masraflı olursa olsun ABD’deki standartlara uyulması konusunda baskı yapar mıydınız?”
OPERASYONDAKİ FARKLILIKLAR
Aslında Union Carbide’ın Hindistan’daki fabrikasının, ülke içinde yürürlükte bulunan tüm kurallara uyduğunu söylemek de yanlış olabilir. Fabrika mevcut güvenlik standartlarının bazılarına sahip olmamasına rağmen operasyonlarına devam edebilmişti. Sebep aslında belliydi. Bölgenin fakirliği için fabrika bir umuttu. Hintli müfettişler ekonomik sebepler (ve tabii ki rüşveti unutmamak gerekir) sebebiyle fabrikanın kapatılmasına karşı çıkıyorlardı.
Ayrıca kısıntılar yüzünden fabrikada çalışan birçok teknisyen yeterli eğitime ve deneyime sahip değildi. Üstelik sistem hakkında çok az bilgiye sahiplerdi. Bhopal’daki fabrikadan bazı işçiler ve teknisyenler, öncesinde Batı Virginia’daki fabrikaya gönderilirken daha sonra finansal kısıtlamalar yüzünden bu uygulama kaldırılmıştı. İşçilerin ekipmanları eski ve bozuktu. Bu durum birkaç küçük kazaya sebep olsa da fabrika yönetimi tarafından yeteri kadar umursanmamıştı.
KAMUOYUNU BİLGİLENDİRME VE ACİL DURUM PROSEDÜRLERİNDE EKSİKLİK
Aynı şekilde fabrika etrafındaki yoğun nüfuslu gecekondu mahallesi için de büyük bir tehdit sözkonusuydu. Yerel medya, çevrede yaşayan halkı potansiyel tehlikeye karşı uyarıyordu. Fakat ne yazık ki birçok kişi okuma yazma bilmiyordu veya tehlikeyi anlama konusunda yeterli bilgiye sahip değildi. Şirket de kamuoyuna olası tehlikeler hakkında bilgi vermek konusunda isteksizdi. Bunun sebebi olarak da böyle bir kanuni zorunlulukları olmadığını öne sürüyorlardı.
Sizce şirketin kanuni zorunluluk olmadığı için potansiyel tehlikeleri çevre halkına anlattığı bir iletişim planı olmaması etik midir? Böyle bir etik sorumluluk konusunda ne düşünüyorsunuz?
EKONOMİK FAKTÖRLER
Bhopal’daki fabrikadaki eksiklikleri gören yetkililerin, ekonomik ve politik faktörler yüzünden sessiz kaldığı biliniyor. Fabrika bölgesi resmi değerlendirmede ağır değil “hafif sanayi bölgesi” olarak belirtiliyordu. Birçok kereler muhalefetin bölgede MIC üretimi yapılmasının kanun dışı ve güvenlik mevzuatına aykırı olduğu konusunda itirazları olsa da yetkililer bu iddiaları reddediyordu.
Bölgeye yabancı yatırımcıları çekmek konusunda büyük arzusu olan Eyalet hükümeti bu tür ihlallerin göz ardı edilebileceğini düşünüyordu. Eyalet hükümetine göre yabancı yatırımcı iş demekti; iş ise refah anlamına geliyordu ve kaza riski her tesiste olabilirdi.
Fabrika çevresindeki mahallede nüfus büyük bir hızla artıyordu. Hükümet en sonunda tapu dağıtarak bölge sakinlerinin varlığını hukukileştirmişti. Bu konuda fabrika yönetimi itirazlarda bulunmuştu. Bölgede nüfusun artması olası bir kaza esnasında tahliye işlemlerini zorlaştıracak, güvenlik ekipmanlarında kullanılan su ve elektrik yetersiz kalabilecekti.
Bölge sakinleri ise meydana gelebilecek bir felaketin yol açabileceklerinin farkında değillerdi. Sonuç itibarıyla kendilerine iş sağlayan bir fabrikaydı ve ne olursa olsun işlemeye devam etmeliydi.
Bir Etik ve Uyum Yöneticisi, söz konusu fabrika olmasa açlık sınırı altında yaşayacak olan bölge sakinlerine rağmen, üstelik yerel mevzuata bir ölçüde uyulduğu halde yukarıdaki etik sorunlara bağlı olarak fabrikanın çalışmaya ara vermesini hatta kapatılmasını talep etmeli midir?
Yazı: Ali Cem Gülmen, TEİD Araştırma ve Yayın Koordinatörü
Makalelerdeki görüş ve yorumlar yazar veya yazarlara ait olup , Etik ve İtibar Derneği’nin konu ile ilgili düşüncelerini yansıtmamaktadır.
Etik ve Uyum Programı Nasıl Hazırlanır?
Kurumsal Etik ve Uyum Programı Geliştirme Gereğinin Ardındaki İtici Güçler
Sorumlu İş Modelinin Şirkete Yararları
Sorumlu İş Modeli
G20 Brezilya bitti sıra Güney Afrika’da
İş Etiği ve Uyum Politikalarının Ticari Hayattaki Yeri ve Önemi
Sağlam Temeller Üstüne! Etik ve Uyumun Suistimalle Mücadeledeki Önemi
Gençlerden Geleceğe: Sürdürülebilirlik ve Etik Zirvesi Manifestoları