İş dünyasında yöneticilerin yapmayı tercih ettikleri en büyük hatalarından biri de çoğu zaman küçük menfaatlerin yarattığı faydalar uğruna, uzun vadede meydana gelebilecek zararları göz ardı etmeleridir. Bu bir çok şekilde karşımıza çıkabilir; çevreye zarar veren fabrika, işlerini bahşiş ile yürüten başarılı bir çalışan, işyerinde mobbing sınırlarında dolaşan vazgeçilmez bir çalışan.
Madem ki işler yürüyordur, para kazanılıyordur, karlar yüksektir o zaman neden işleyen, yürüyen tekerleğe çomak sokulsun ki? Hem bir çok kişi bu işten para kazanıyordur. Bir istisnaya pekala göz yumulabilir. Peki bu istisnaya göz yumulmasının sonuçları ne olabilir? Bu tür bir istisnanın uzun vadede kurum kültürüne yaratacağı hasarlar ölçülebilir mi? Kurum kültürünün en önemli öğelerinden biri olan kurum hafızasında böyle bir istisnanın yol açacağı zararların boyutları göz önüne alınmış mıdır? Bunun cevapları ne yazık ki her zaman hayır olacaktır.
Negatif ayrıcalıklı diye nitelendirebileceğimiz karakterler her türlü toplumsal yapıda karşımıza çıkabilir. Bu tür bir durum askeri bir birlikte, bir spor takımında veya bir sanat topluluğunda meydana gelebilir. Başarılı ama gaddar bir asker, fair play kurallarını yerle yeksan eden bir yıldız futbolcu, bir bale grubunda tüm meslektaşlarına kan kusturan bir yetenek abidesi balerin veya rüşvet ile hediye arasındaki sınırı zorlayarak işini halleden bir cevval çalışan. Bahsi geçen negatif ayrıcalıklılar sadece ideallerdeki sistemlerde hatta hayallerde yoktur. Onun dışında her yerde her zaman farklı şiddetlerde karşımıza çıkabilir. İlginç olan aslında bu kişilerin belki de ayrıcalıklı davranılmayı iş olarak hak etmelerine rağmen adalet anlamında bunu kötüye kullanmalarıdır.
Primo Levi’nin de belirttiği gibi “az sayıda veya tek kişinin bir çok kişiye karşı kullandığı bir iktidar varsa, ayrıcalık iktidar istemese de doğar ve çoğalır; bununla birlikte böyle bir iktidarın ayrıcalığı hoş görmesi ve desteklemesi de doğaldır” Bu açıdan iktidar, aslında tüm kurumu, çalışanlarını ve paydaşlarını etik ilkelere ve davranışlara çağırırken, böyle bir negatif ayrıcalıklıların da varlığını görmezden gelir hatta bazen de destekler. Daha da ilginç olan ise böyle bir durumun varlığını reddederek gerçeği çarpıtabilir. Bu hatta kötü niyetle bile olmayabilir. Sadece işin yolunda gitmesinin varlığı bile böyle bir çarpıtmayı meydana getirebilir. Sonuçta işler yürüyordur. Herkes mutludur. Ufak tefek etik dışı davranışlar her yerde olduğu gibi oluyordur.
Çoğunluğun menfaati de böyle bir göz ardı etmeyi gerektirmektedir. Çoğu zaman “doğru” ile “yanlış” kavramlarının yer değiştirmesi, yeniden kurgulanmış hatta gerçeğinden çok daha iyi senaryo ile karşımıza çıkabilir. Burada doğru ve yanlışın sınırları artık iyice belirsizleşir ve etik davranışlar kısa vadeli çıkarlar bulutu tarafından bu ufuk çizgisinde kaybolur. Böyle bir belirsizliğe inanan bir yönetim anlayışı çok daha kolay olarak etik dışılığı içselleştirecektir.
Peki bu durumun etkisi ne olacaktır? Elbette ilk önce böyle etik istisnalarının olduğu bir kurumun etik kültür oluşturması ve bunu kurum hafızasına yerleştirmesi imkansız hale gelecektir. Böyle bir kurumun etik reflekslerle hareket etmesi de zorlaşacaktır. Bireysel olarak başarı kıstaslarının ön plana alındığı ve sadece ayrıcalıklı olmayanların etik kararlar almasını veya etik davranışlarda bulunmasını talep eden bir garip yapı meydana gelecektir. Bunun sonucu da doğal olarak uzun vadede çok daha büyük zararlara sebep olacaktır. Burada her zaman hatırlamamız gereken bir özlü söz aklımıza geliyor. Albert Einstein der ki “Dünya, kötüler tarafından değil, o kötülükleri gerçekleştirenleri hiçbir şey yapmadan seyreden insanlar tarafından mahvediliyor”. Bir kurumun etik dışı davranışlara ne olursa olsun tolerans göstermeyerek elde edeceği uzun vadeli kazançları, kısa vadeli bir kötülükle işbirlikle heba etmesi ne kadar acı değil mi?
Yazar: Ali Cem Gülmen – TEİD Araştırma ve Yayın Direktörü