Birleşmiş Milletler’in Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’ndan (“Sustainable Development Goals”) biri olan Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, kadınların karar alma mekanizmalarına her düzeyde katılımı ve liderliği konusunda fırsat eşitliğinin güvence altına alınmasını amaçlıyor. Bu çerçevede, kadınların ve kız çocuklarının güçlenmesi ve hiç kimsenin cinsiyetinden dolayı geride bırakılmaması hedefleniyor.
Son yıllarda, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması çabaları, sadece sosyal alanlarda değil; ekonomik alanlarda ve bu alanların yorumlanmasında da tartışılıyor. Bu sayede, cinsiyet eşitliğinin ve toplumsal cinsiyet bakış açısının ekonomik politikalar kapsamında da ön planda tutulması hedefleniyor.
Ekonomik alanda kadın-erkek eşitliğinin sağlanmasıyla ve özellikle de kadın liderlerin şirket üst yönetimlerinde yer almasıyla birlikte şirket performanslarında artış olduğunu gösteren pek çok çalışma mevcut[1]. Şirket yönetim kurullarında ve üst yönetiminde daha fazla kadın liderin yer alması, şirket performansını iyileştirmenin yanı sıra şirket itibarını artırmak, yatırımcı ve paydaş algısını güçlendirmek, marka bağlılığını artırmak gibi yollarla da şirketlerin iş sonuçlarına anlamlı katkılar sağlıyor.
Bu kapsamda, şirket üst yönetimlerinde kadın-erkek eşitliğini sağlama konusunda, aile dostu politikalar, cinsiyet ayrımı gözetmeyen çocuk bakımı, pozitif ayrımcılık gibi çeşitli çareler öneriliyor. Cinsiyet çeşitliliği hedefi doğrultusunda pozitif ayrımcılık sağlanması kapsamında ilk akla gelen ve en yaygın yöntem ise kota uygulaması. “Uluslararası Kurumsal Kadın Direktörler” organizasyonunun (“Corporate Women Directors International”) “Yönetim Kurulu Çeşitliliğine Global Bir Bakış” (“A Global Look At Board Diversity”) başlıklı raporunda[2]; kotaların, yönetim kurullarındaki kadın üye oranının hızlı bir şekilde ve önemli ölçüde artmasında çok etkili bir araç olduğu ortaya konuluyor.
Başta kotalar olmak üzere toplumsal cinsiyet eşitliliğinin sağlanması yönünde atılacak somut adımların yarattığı çok önemli bir diğer fayda daha söz konusu: Kadınların, lider pozisyonlarda yer aldığı, yönetiminde söz sahibi olduğu şirketlerde, etik dışı davranışlardan kaynaklı risklerin de büyük ölçüde azaldığını görüyoruz. Etik ve uyum konusunda yapılan çalışmalar, kadın çalışanların erkek çalışanlara kıyasla, etik dışı davranışlarda bulunmaya çok daha az meyilli olduğunu açıkça ortaya koyuyor[3]. Şirket etik kodlarının ayrılmaz bir parçası ise, elbette ki, “rekabet hukuku kurallarına uygunluk”.
Toplumsal cinsiyet ile rekabet politikası ilişkisi, kısa zaman öncesine kadar pek de incelenmeyen bir konuydu. Zira, rekabet politikası kapsamındaki değerlendirmeler, genellikle, tüketiciler, teşebbüsler ve düzenleyici kurumlar bazında kalıyor. Bu çerçevede, tüketicilerin; ürün ve hizmetler için ödemeye hazır oldukları fiyat düzeyleri, rasyonel tercihleri, ikame algıları gibi faktörler ağırlıklı olarak dikkate alınıyor. Firmalar ise, birer insan topluluğu olarak değil, kar maksimizasyonu odaklı ekonomik bütünlükler olarak görülüyor. Rekabet hukuku incelemeleri, cinsiyet bazlı değerlendirmelere genellikle kapalı ve bu durum da, “objektif bakış açısı” olarak yorumlanıyor.
Bu çerçevede, OECD’nin, 2018 yılı itibariyle başlayan, toplumsal cinsiyet perspektifini dikkate alan bir rekabet hukuku politikası geliştirmenin yollarını araştırmaya yönelik girişimlerinin, bu alanda öncü nitelik taşıdığını söylemek mümkün.
OECD, Kanada Rekabet Otoritesi (“Canadian Competition Bureau”) işbirliği ile yakın zamanda başlattığı “Toplumsal Cinsiyeti Kapsamına Alan Rekabet Politikası Projesi” (“The Gender Inclusive Competition Policy Project”[4] kapsamında; toplumsal cinsiyet konusunda rekabet otoritelerine yeni bulgular sağlamayı, bu alandaki tartışmalara yön vermeyi ve diğer araştırmacıları da bu konuda çalışmaya motive etmeyi ve nihayet, rekabet kurumlarına, toplumsal cinsiyeti dahiliyetine alan bir rekabet politikasını nasıl geliştirecekleri hususunda pratik bir kılavuz geliştirmeyi amaçladı.
Bu kapsamda, Eylül 2020’de yapılan çağrı üzerine 28 ülkeden gelen 61 araştırma proje önerisi arasından seçilen yedi proje, Ekim 2021’de çevrim içi bir konferansta kamuoyu ile paylaşıldı. Seçilen projeler; kartel davranışı, rekabet hukuku dosyalarının önceliklendirilmesi, ilgili pazarların tanımlanması ve kamu yararı mülahazaları gibi konulara toplumsal cinsiyet odaklı analizlerin dahil edilmesinin olası etkilerini araştırıyor.
Söz konusu araştırma projelerinden üçüne bu yazıda biraz daha detaylı yer vermek istedik. İlk olarak, “Toplumsal Cinsiyet ve Danışıklı Hareket” üzerine yapılan araştırmanın bulgularına değinelim. Buna göre; erkek karar alıcılar, rekabet ihlallerini gerçekleştirmeye daha meyilli. Kadınların karar alıcı olduğu durumlarda ise, rekabete aykırı anlaşmalar daha nadir görülüyor ve bu durum, genel itibariyle, kadınların suçluluk ve utanç duygularından kaçınma eğiliminde olması nedeniyle nadiren rekabete aykırı anlaşma yapmasından kaynaklanıyor. Ayrıca, kartel oluşumu sonucunda birileri (tüketiciler) zarar görüyor ise, kadınların davranış değişikliğine gittiği (kartele katılmaktan vazgeçtiği veya kartelden ayrıldığı) belirleniyor. Nihayet, kartel-karşıtı politikalar ve toplumsal cinsiyet eşitliği politikaları arasında bir tür tamamlayıcılık ilişkisi söz konusu. Buna göre, rekabet politikası, şirket karar alma mekanizmalarında cinsiyet eşitliğini sağlamanın bir aracı olabilir ve/veya toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik çalışmalar, kartellerle mücadelede etkili birer rekabet hukuku aracı olabilir[5]. Çalışmada, anılan bulgular üzerine ortaya çıkan öneriler ise şöyle: Toplumsal cinsiyet anlamında çeşitlilik, rekabet savunuculuğu kapsamında teşvik edilmeli ve şirketlerin uyum programlarının değerlendirilmesinde bir araç olarak kullanılmalı. Yönetimde çeşitliliğin az olduğu sektörler ise, rekabet hukuku incelemeleri kapsamında önceliklendirilebilir.
Bir diğer çalışma, rekabet hukuku dosyalarında ilgili pazarların tanımlanmasına toplumsal cinsiyet bakış açısının dahil edilmesinin birleşme-devralma işlemlerinin analizini nasıl etkileyeceğini inceliyor. Bunu yaparken, süpermarket, internet, mobil hizmetler, banka, sigorta, spor kanalları, sağlık hizmetleri pazarları bakımından kadın tüketiciler ile erkek tüketicilerin davranışları arasında rekabet hukuku değerlendirmesi yönünden anlamlı bir farklılık olup olmadığı araştırılıyor. Araştırmanın bulguları şöyle: Kadın ve erkek tüketiciler arasında, bir ürün veya hizmete ikame gördükleri ürün veya hizmetler, fiyata duyarlılık (fiyat esnekliği), mevcut sağlayıcıdan başka sağlayıcıya geçiş eğilimleri gibi yönlerden önemli farklılıklar bulunuyor. Örneğin, erkek tüketiciler, mevcut sağlayıcılarını, farklı bir sağlayıcı ile değiştirmeye daha meyilli. Yine, erkek tüketiciler, bir tatil paketinde yer alan hizmetlerin içeriklerini ayrı ayrı değerlendirmeye daha yatkın. Süpermarket alışverişinde kadın ve erkek tüketiciler tarafından satın alınan ürünler farklılık gösteriyor. Sigorta hizmeti bakımından, kadın tüketiciler, hizmet almayı tercih ettikleri hastaneye; erkek tüketiciler ise, sigorta paketinin ücretine göre sağlayıcılar arasında geçiş yapıyor. Ürün veya hizmetlerin fiyatlarındaki veya niteliğindeki değişiklikler de, kadın tüketicileri, erkek tüketicilerden daha farklı etkiliyor. Bu nedenlerle, birleşme-devralma işlemi sonucunda ortaya çıkacak olan yeni teşebbüsün işlem sonrasında ürün veya hizmet fiyatlarını artırma motivasyonu, müşteri profilinin ağırlıklı olarak kadın veya erkek tüketicilerden oluşmasına bağlı olarak değişebilir.
Çalışmada, söz konusu bulgulardan hareketle şu sonuç ve önerilere yer veriliyor: Birleşme-devralma işlemi sonucunda ortaya çıkan yeni teşebbüs, ürün ve hizmetlerin niteliğini veya fiyatlarını tüketicilerin cinsiyetini baz alarak farklılaştırabiliyor ise, işlem sonucunda, tek bir tüketici grubu, tüketicilerin tamamına oranla daha fazla zarar görebilir. Bu durumda, kadın ve erkek tüketiciler için ayrı ilgili ürün pazarları tanımlanmalı ve birleşme-devralma işleminin her bir ilgili pazar üzerindeki etkisi ayrı ayrı incelenmeli. Şayet, birleşme-devralma işlemi sonucunda ortaya çıkan yeni teşebbüs, tüketicilerin cinsiyetini baz alarak ürün ve hizmetlerin niteliğinde veya fiyatlarında farklılaştırmaya gidemiyor ise, işlem sonrasında teşebbüsün, kârlı bir şekilde tüm tüketiciler için fiyat artışı yapabilip yapamayacağının değerlendirilmesi gerekir. Bu da, kadın ve erkek tüketici gruplarının nispi büyüklüklerine ve fiyata duyarlılıklarına (fiyat artışı sonrası sağlayıcı değiştirme güdülerine) bağlı. Şayet bir ürünün müşterisi ağırlıklı olarak kadın tüketiciler ise ve bu tüketicilerin fiyata duyarlılığı düşükse, işlem sonrasında teşebbüsün fiyat artırma motivasyonu daha yüksek olabilecektir. Bu durumda, kadın tüketicisi nispeten fazla olan bir ürün veya hizmetin fiyatının, birleşme-devralma işlemi sonucunda artma ihtimalinin daha yüksek olacağı ve bu nedenle de ilgili birleşme-devralma işlemi neticesinde kadın tüketicilerin daha fazla zarara uğrayacağı söylenebilir. Toplumsal cinsiyet dikkate alınmadan, tüketicileri kümülatif şekilde değerlendirmek suretiyle yapılacak bir rekabet hukuku analizi, birleşme-devralma işlemi nedeniyle kadın tüketicilerin uğrayacağı zararın göz ardı edilmesine sebebiyet verebilir. Dolayısıyla, çalışma, rekabet otoritelerinin, şirketlerin ve tüketicilerin, birleşme-devralma işlemleri yönünden, rekabet açısından dikkate değer nitelikteki cinsiyet farklılıklarını göz önüne alması gerektiği sonucuna ulaşıyor.
Bu yazıda değinmek istediğimiz son çalışma, “Kartel ve ‘Centilmenler Kulübü’ Dinamikleri” üzerine. Çalışma, özetle; kartellerin kurulmasında ve sürdürülmesinde, kadın-erkek cinsiyetlerinin doğasının değil, enformel ağ (network) dinamikleri ve sosyal yapının etkili olduğunu savunuyor. Yapılan araştırmada şu bulgulara ulaşılıyor: Erkek çalışanlar, şirket içinde ve şirket dışında, yatay (akran) seviyede ve dikey (mentorluk) seviyede dayanışma çemberleri oluşturuyor. Söz konusu dayanışma çemberleri, erkek meslektaşlar arası güven yaratıcı ve aynı zamanda da yasadışı davranışları kolaylaştırıcı iken, kadınları mesleki topluluklardan dışlayıcı nitelikte. Bir diğer bulgu, kartellerin merkez kadrolarının neredeyse tümüyle erkeklerden oluştuğunu gösteriyor. Kadınlar (erkek kartel üyelerine kıyasla daha kıdemli olsalar bile), kartellere ancak dışarıdan, kısa süreli ve küçük rollerle (büyük ölçüde sekreterya rolüyle) dahil oluyorlar. Kadınların (enformel yollardan dışlanmış olmaları nedeniyle), kartellere dahiliyeti büyük ölçüde formel yollardan (örneğin, şirket tarafından görevlendirilmiş olmaları nedeniyle) gerçekleşiyor. Yine, kadınlar, kartel sonucu ortaya çıkan kârdan da daha az pay alıyorlar.
Çalışma, anılan bulgulardan yola çıkarak rekabet otoritelerine ve şirketlere bazı önerilerde bulunuyor: Rekabet otoriteleri, kararlarını yayımlarken, soruşturma konusu şirketlerde kadın-erkek yöneticilerin kırılımına yer verebilir. Kurumlar, rekabet soruşturması önceliklerini, şirket yönetimlerinin cinsiyet yapısına ve enformel ağ ilişkilerine göre belirleyebilir. Otoriteler, ayrıca, inceleme faaliyetlerini, enformel ağlara doğru genişletebilir (mezun dernekleri, yerel iş örgütleri, spor ve kültürel dernekler, yardım dernekleri, vb.) ve rekabet savunuculuğu faaliyetlerine enformel ağları dahil edebilir. Şirketler ise, rekabet uyum programlarını tasarlarken, ağ dinamiklerini dikkate alabilir; rekabet hukuku eğitim gruplarında çeşitliliğe özen gösterebilir; farklı disiplinler (meslek grupları) arası çalışmaları destekleyebilir ve şirket içi denetim önceliklerini belirlerken cinsiyet dengesizliklerini dikkate alabilir.
“Toplumsal Cinsiyeti Kapsamına Alan Rekabet Politikası Projesi”nde gelinen son aşamada, OECD, rekabet otoritelerini, toplumsal cinsiyet bakış açısını rekabet hukuku uygulamalarına dahil etme konusunda desteklemek ve cesaretlendirmek amacıyla, yukarıda yer verdiğimiz araştırma projelerinin bulgularına dayanan bir “Toplumsal Cinsiyeti Kapsamına Alan Rekabet Kılavuzu” (“Gender Inclusive Competition Toolkit”) (Kılavuz)[6] yayımladı. Kılavuz’da, toplumsal cinsiyet perspektifinin, gerek şirketlerin kadın çalışanları gerekse kadın tüketiciler açısından önemi açıklandıktan sonra araştırma projelerinin çıktılarına ve bu çıktılar doğrultusunda bazı önerilere yer veriliyor. Kılavuz’da ayrıca, rekabet hukuku ve politikası uygulamasında toplumsal cinsiyet perspektifinin dikkate alınıp alınmadığının kontrolünde kullanılmak üzere bir Kontrol Listesi (Checklist)[7] de paylaşılıyor.
[1] Kadınların, yönetim kurullarında ve üst yönetimde daha fazla yer almasıyla birlikte, şirketlerde özsermaye karlılığı, aktif karlılığı, risklerin azaltılması, vb. finansal göstergeler bakımından iyileşmeler söz konusu. https://globewomen.org/CWDINet/wp-content/uploads/2020/08/CWDI-Business-Case-Bibliography-chronological.pdf
[2] https://ungc-communications-assets.s3.amazonaws.com/docs/publications/2021-CWDI-A-Global-Look-at-Board-Diversity.pdf
[3] https://assets.kpmg/content/dam/kpmg/tr/pdf/2020/12/bir-suistimalcinin-profili-2020.pdf
[4] https://www.oecd.org/competition/gender-inclusive-competition-policy.htm
[5] https://www.youtube.com/watch?v=KUa3GdF1Ewc
[6] https://www.oecd-ilibrary.org/sites/0d789043-en/index.html?itemId=/content/publication/0d789043-en&_csp_=0e510113ed0bdcb07ef1bfba7c968682&itemIGO=oecd&itemContentType=book
[7] https://www.oecd-ilibrary.org/sites/0d789043-en/1/4/1/index.html?itemId=/content/publication/0d789043-en&_csp_=0e510113ed0bdcb07ef1bfba7c968682&itemIGO=oecd&itemContentType=book#section-d1e851-189cc934a0
Yazı: Selen Yersu ŞAHİN – Unilever Rekabet Uyum Müdürü
Kaynak: INmagazine 32. Sayı
Diğer Sayıları İçin: INmagazine
Not: Makalelerdeki Görüş Ve Yorumlar Yazar Veya Yazarlara Ait Olup , Etik Ve İtibar Derneği’nin Konu Ile Ilgili Düşüncelerini Yansıtmamaktadır.