Son 20 yıldır, ekonomik sosyal veya kültürel değişimi tanımlarken “Dünya küçüldü” tespitini popüler bir referans olarak kullandık. Oysa dünya küçülmedi… Zaten küçüktü.
50.000 yıl kadar önce modern davranışlarına kavuştuğu kabul edilen insanın olası hayatını düşünelim.
5 katlı bir apartmana sığacak kadar bireyden oluşan ve o bireylerin birbirlerini tamamlayan becerileri sayesinde tek bir organizma olarak hayatta kalan bir kabileden bahsediyoruz. Bu kabilelerden belki binlerce var ama birbirlerini bilmiyor ve dünyayı kendi ulaşabildikleri sınırlar kadar tanıyorlar.
Kişisel çıkarların, imtiyazların bir anlam taşımadığı bu kabilenin bir üyesi olarak kalmanız ancak üstünüze düşen görevi eksiksiz yapmanıza bağlı.
Diğer üyelerin sizin tembelliğinizin doğuracağı zararı tolere etmediği bir toplulukta, üstünüze düşeni yapmazsanız tüm kabilenin hayatını riske atar, sonuç olarak da kendinizi sistemin dışında buluverirsiniz.
Kabilenin ortak varlığına olan yararlı katkınız bittiğinde artık zarar vermeye başlamışsınız demektir.
Yani birey olarak hayatta kamanız, kabilenin varlığından sorumlu olduğunuzu iyi anlamanız ve diğerlerinin sizin görevlerinizi yerine getiriyor olduğunuza duydukları güvene bağlıdır.
Bu güveni kaybettiğiniz anda kabile için yararınızın bittiğine kanaat getirilir ve kendinizi ormanda yalnız dolaşırken buluverirsiniz.
Güven çok enteresan bir duygu… hiçbir canlının doğasında yok.
Hayatta kalma güdüsü ile doğduğunuz bu dünyada güven duygusunu ancak deneyimlerle geliştirebiliyorsunuz.
Yani sosyal hayatı mümkün kılan güven, aslında sosyal canlıların hayat tecrübeleri ile geliştirdikleri ve hayatta kalma güdüsü karşısında son derece de kırılgan olan bir reaksiyon.
Gelin kabilemize geri dönelim…
Aradan geçen 50.000 yılda bu kabilelerin etki alanları sürekli olarak büyüdü. Keşifler ve kolonizasyon çağı bu büyümenin zıplama taşı oldu; sanayileşme 50.000 yılda kat edilen kültürel ve ticari genişleme kadarını sonraki 50 yıla sığdırdı. Bilim, iletişim ve ticaretin etkisiyle sınırlar ortadan kalktı ve dünya tekrar bir köy, üzerindeki 7 milyarı aşkın birey de insan kabilesinin birer üyesi haline geldi.
Dünya kaynaklarının sınırsız olduğu ancak bu kaynakları etkin kullanmayı mümkün kılacak teknolojilerin yokluğu yüzünden çetin bir hayatta kalma mücadelesi verdiğimiz günler geride kaldı. Bugün, teknolojinin neredeyse sınırsız olduğu ama dünya kaynaklarının yetersizliği sebebiyle yaşadığımız bir hayatta kalma mücadelesi içine girdik.
İronik ama, 100 kişi başladığımız 50.000 yıllık bir yolculuğun sonunda, başladığımız noktaya 7 milyar kişi olarak geri döndük.
Bir hayatta kalma mücadelesi içinde olduğumuz bilinciyle yaşayan paydaşları, şirketlerden bu kabilenin yararına bir gayret içinde olmalarını bekler hale geldiler. Bu gayreti gösterdiğine inanılmayan, kamuoyu güvenini yitirmiş şirketlerse kısa süre içinde kendilerini dışlanmış bulacaklar.
Küçülen dünyanın büyüyen şirketleri, hammaddeye ulaşım, operasyon giderleri ve teknoloji bakımından birbirlerine o kadar yakınlar ki, rakip firmalar birbirlerinin eşiti haline geldiler.
Eskiden ürün kalitesiyle öne çıkma gayretinde olan şirketlerden bu gerçeği kavramış olanlar reklamlarında, ürün markalarının yanında ilke ve değerlerinin ifadesi olan şirket isimlerine de yer vermeye başladılar.
Görünen o ki, insanlık kabilesinin üyesi olarak kalabilecek şirketler, rakipler arasındaki eşitliği bozacak olan sermayenin, daha beyaz yıkayan deterjanın formülünde veya daha iyi ısıtan radyatör peteği tasarımında değil kimliklerinin ifadesi olan kurumsal değerleri, etik ilkeleri, sürdürülebilirlik politikaları ve kurumsal sorumluluklarının ifadesinde saklı olduğunu anlayanlar olacak.
Etik ve Uyum Programı Nasıl Hazırlanır?
Kurumsal Etik ve Uyum Programı Geliştirme Gereğinin Ardındaki İtici Güçler
Sorumlu İş Modelinin Şirkete Yararları
Sorumlu İş Modeli
G20 Brezilya bitti sıra Güney Afrika’da
İş Etiği ve Uyum Politikalarının Ticari Hayattaki Yeri ve Önemi
Sağlam Temeller Üstüne! Etik ve Uyumun Suistimalle Mücadeledeki Önemi
Gençlerden Geleceğe: Sürdürülebilirlik ve Etik Zirvesi Manifestoları