Emeği, insanın bilinçli olarak belli bir amaca ulaşmak için giriştiği, hem doğal ve toplumsal çerçevesini hem de kendisini değiştiren çalışma süreci olarak nitelendirebiliriz. Emek bu açıdan insanın harcadığı fiziksel, zihinsel ve duygusal çabaların toplamıdır. Tarih boyunca emek, yalnızca üretimin teknik bir unsuru olarak değil, aynı zamanda toplumsal ilişkilerin, sınıf yapılarının, kültürel değerlerin ve ideolojilerin şekillendiği bir alan olarak ele alınmıştır.
Adam Smith ve David Ricardo gibi klasik iktisat geleneğine göre emek, üretimin sermaye ve toprak ile birlikte üç temel unsurundan biridir Smith, emeği “zenginliğin kaynağı” olarak tanımlar ve değişim değerinin belirleyicisi olarak emek miktarını öne çıkarır. Ricardo ise emek-değer teorisini geliştirerek, bir malın değerinin onun üretiminde harcanan emek miktarına dayandığını savunur.
Marksist Kuramda emek ise büyük önem kazanır. Karl Marx, emeği yalnızca ekonomik bir faaliyet olarak değil, insanın doğayla kurduğu yaratıcı ilişki olarak tanımlar. Ancak kapitalist sistemde bu yaratıcı süreç yabancılaşır ve işçi emeğini, karşılığında yaşamını sürdürebilmek için satmak zorunda kalır. Marx’a göre emek ikiye ayrılır:
- Soyut emek (abstract labor): Tüm emek türlerinin ortak ölçü birimi haline gelerek piyasada değişim değerini belirler.
- Somut emek (concrete labor): Belirli bir mal veya hizmeti üretmek için harcanan belirli emek türüdür (örneğin bir marangozun el emeği gibi).
Marx’ın analizinde, emek yalnızca ekonomik üretimin temeli değil, aynı zamanda sınıf mücadelesinin, sömürünün ve kapitalist tahakkümün de merkezindedir.
Liberal kuramda emek ise, bireyin sahip olduğu bir “faktör” olarak ele alınır. Neoklasik iktisatçılar emeği, “maliyet-fayda” dengesine göre arz eden rasyonel bireylerin tercihi olarak görürler. Bu yaklaşıma göre birey, zamanını çalışma ve boş zaman arasında rasyonel biçimde dağıtır. Emek burada toplumsal bağlamından soyutlanmış, bireyselleştirilmiş bir “meta” haline gelmiştir.
Emek Türleri
Emeğin niteliği, tarihsel bağlama ve üretim ilişkilerine göre değişiklik gösterir. Ancak genel kabul gören belli başlı emek türleri şunlardır:
- Fiziksel Emek (Bedensel Emek); kas gücüne dayanan, genellikle elle yapılan üretim süreçlerinde yer alan emektir. Tarım, inşaat, sanayi gibi alanlarda görülür.
- Zihinsel Emek (Entelektüel Emek); düşünme, planlama, karar verme ve analiz gibi bilişsel süreçleri içeren emektir. Öğretmenlik, mühendislik, yazılım geliştirme, akademik faaliyetler bu kapsamdadır.
- Duygusal Emek; çalışanın belirli duyguları hissetmesi ya da bastırması beklenen ve bu doğrultuda davranışlarını yönetmesi gereken emek biçimidir. Özellikle hizmet sektöründe (sağlık, çağrı merkezi, otelcilik vb.) yaygındır.
- Görünmeyen Emek; genellikle kadınlar tarafından ev içinde, karşılıksız yürütülen temizlik, bakım, yemek yapma gibi faaliyetleri kapsar. Piyasa dışında kalır ama ekonomik sistemin devamlılığı için vazgeçilmezdir.
- Yaratıcı Emek; sanat, tasarım, yazarlık gibi alanlarda ortaya çıkan ve özgün üretim içeren emektir. Genellikle üreticinin kişisel özgünlüğünü içerir.
- Dijital Emek; sosyal medya içeriği üretimi, kullanıcı verisi oluşturma ya da algoritma üzerinden yapılan işler gibi dijitalleşen üretim biçimlerini kapsar. Çoğu zaman gönüllü ya da farkında olunmadan yapılır (örneğin bir platformda kullanıcı verisi üretmek).
Görünmeyen Bir İş Yükü: Duygusal Emek
Bu emek türlerinden belki de en az dikkat çekenlerinden biri duygusal emek. Bugün iş dünyasında başarılı olmanın yolu sadece deneyim, bilgi ve beceriden geçmiyor. Artık çalışanlardan, duygularını da kontrol etmeleri, gerektiğinde belirli duyguları bilinçli biçimde sergilemeleri veya sergilememeleri bekleniyor. İşte bu görünmeyen, çoğu zaman adı bile anılmayan yüksek çabaya “duygusal emek” deniyor.
Duygusal emek; bir çalışanın, yaptığı işle birlikte belli bir duygu durumunu da taşıması gerektiği zaman ortaya çıkıyor. Örneğin; bir banka görevlisi sinirli bir müşteriyle konuşurken içinden sabırsızlık geçirse bile bunu belli etmemelidir. Bir öğretmen yorgun ya da üzgün olsa da, sınıfa girdiğinde çocuklara karşı güler yüzlü ve motive edici bir tavır sergilemesi beklenir. Hatta çoğu zaman yöneticisi ile konuşan bir çalışan ne olursa olsun sakin ve huzurlu gözükmelidir.Bazen gerçekten hissedilmeyen bir mutluluğun yüzlere yerleştirilmesi, bazen de hissedilen kızgınlık, hayal kırıklığı veya üzüntünün bastırılması gerekir. Kişinin evinde, ilişkilerinde veya kişisel dünyasında yaşadığı her şeyi maskelemesi bir görevi haline gelmiştir.. Bu çabanın amacı, karşıdaki kişide olumlu bir duygu uyandırmak, hizmet verilen kişiyle veya yönetici ile kurulan ilişkide istenilen etkiyi yaratmak ve kurumsal imajı korumaktır.
Öğretmenler, hemşireler, psikologlar, garsonlar, çağrı merkezi çalışanları, gazeteciler, müşteri temsilcileri, hatta diplomatlar ve istihbarat görevlileri… Liste oldukça uzun. Hatta günümüzde artık duygusal emeğin etkilerinden tamamen yalıtılmış bir iş kolundan söz etmek neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Çünkü artık hiyerarşik olarak da duygusal emek harcamak zorundalar. Birçok çalışan, ofis içinde ya da sahada, sadece görevlerini yerine getirmekle kalmayıp, duygularını da “işin bir parçası” olarak şekillendirmek zorunda kalıyor.
Bu kavramı ilk kez sistematik biçimde tanımlayan kişi ise Amerikalı sosyolog Arlie Russell Hochschild oldu. 1983 yılında yayımladığı The Managed Heart: Commercialization of Human Feeling (Yönetilen Kalp: İnsan Duygularının Ticarileştirilmesi) adlı kitabında Hochschild, çalışanların yalnızca fiziksel ya da zihinsel değil, aynı zamanda duygusal bir performans da sergilemeleri gerektiğine dikkat çekti. Artık işin içinde sadece “yapmak” değil, “hissetmek” de vardı — ya da en azından hissettiğini karşı tarafa göstermek.
Örneğin, Hochschild kitabında havayolu şirketlerinde çalışan kabin memurlarını inceler. Bu kişiler, yolcularla doğrudan iletişim halindedir ve şirketin temsilcisi olarak her durumda nazik, güler yüzlü ve sakin olmaları beklenir. Oysa insan psikolojisi iniş çıkışlarla doludur; ancak duygusal emek bu dalgalanmaları “yüzeyde” gizlemeyi, yerine sabit ve istenen bir duygu durumunu sergilemeyi gerektirir. Üstelik kabin memurlarının yaptığı iş hem yorucu hem de bazen tehlikeler içermektedir. Uzun vadede bu tür bir sürekli duygusal kontrol, kişinin içsel dünyasıyla işyeri beklentileri arasında çatışmalara neden olabilir.
Son altmış yılda dünya genelinde yaşanan ekonomik dönüşümler bu emek biçimini daha da yaygınlaştırdı. Bir ürün üretmekten çok, bir duygu deneyimi “sunmak” önem kazandı. Bu dönüşümle birlikte çalışanlardan hem işlerini en iyi şekilde yapmaları hem de belli bir “duygu tonu” içinde kalmaları bekleniyor. Yönetici ile temas eden bir çalışanın nazik, içten, pozitif ve güven veren biri olarak davranması işin parçası haline geldi. Ne var ki bu “sürekli iyi görünme” hali, uzun vadede tükenmişlik, iş doyumunun azalması ve kişisel bütünlükte aşınma gibi sonuçlara neden olabiliyor.
Şimdi biraz daha duygusal emek konusunu derinlemesine inceleyelim. Duygusal emek üzerine yapılan kuramsal çalışmalar, yalnızca tanımı ile yetinmemiş; bu emeğin nasıl yönetildiği, hangi stratejilere dayandığı, hangi iş kollarında daha görünür hale geldiği ve ne tür sonuçlara yol açtığı gibi çok sayıda boyutu ortaya koymuştur. Kavramın kurucusu sayılan Arlie Hochschild, bu konuda hem kuramsal hem de pratik düzeyde önemli bir çerçeve sunmuştur.
Hochschild’ın Üçlü Duygu Yönetimi Modeli
Hochschild’a göre çalışanlar, duygusal emeği yerine getirirken üç temel stratejiye başvururlar: bilişsel (cognitive), bedensel (bodily) ve ifade edici (expressive) duygu yönetimi.
Bilişsel duygu yönetimi, bireyin bir durumu farklı düşünerek veya zihinsel imgeleri değiştirerek hislerini dönüştürme çabasıdır. Örneğin, bir hemşire stresli bir vardiyada, hastaların iyileşeceğini hayal ederek motivasyonunu yeniden kurabilir. Bu yöntem, duygunun kaynağını zihinsel olarak dönüştürmeye dayanır. Bedensel duygu yönetimi, fiziksel belirtileri düzenleyerek duygusal durumu değiştirme girişimidir. Öfke anında derin nefes alma, gevşeme egzersizleri veya fiziksel duruşu değiştirme gibi teknikler bu kapsamda yer alır. İfade edici duygu yönetimi ise, yüz ifadesi, ses tonu, beden dili gibi dışa dönük göstergelerin düzenlenmesini içerir. Gülümsemek, göz teması kurmak ya da sakin bir tonla konuşmak, bu stratejinin örnekleridir.
Kaynaklar:
- Hochschild, A. R. (1989). The Second Shift. Viking.
- Guy, M. E., & Newman, M. A. (2004). “Women’s Jobs, Men’s Jobs: Sex Segregation and Emotional Labor.” Public Administration Review, 64(3), 289–298.
- Naples, N. A. (2003). Feminism and Method: Ethnography, Discourse Analysis, and Activist Research. Routledge.
Yazı: Ali Cem Gülmen, Etik ve İtibar Derneği (TEİD) Araştırma ve Yayın Direktörü
Kaynak: INmagazine 37. Sayı
Diğer Sayıları İçin: INmagazine
Not: Makalelerdeki Görüş ve Yorumlar Yazar veya Yazarlara Ait Olup, Etik ve İtibar Derneği’nin Konu ile İlgili Düşüncelerini Yansıtmamaktadır.