İş dünyasında etik ihlaller yalnızca kasıtla değil, farkındalık eksikliğiyle de ortaya çıkabiliyor. Birçok birey, kurum içinde ya da sosyal bağlamda yanlış bir karar verirken, aslında o kararın etik sonuçlarını öngörmüyor. Bu, birçok farklı sebepten kaynaklanabilen geçici bir “görmeme” hâlidir ve etik körlük olarak adlandırılır: kişinin kendi davranışının etik yönünü ve sonuçlarını o anda fark edememesi.
Etik körlük çoğunlukla sistemin, çevrenin ve otoritenin bireyin algılarını biçimlendirmesinden doğar. Araştırmalar, etik karar alma kapasitesine sahip bireylerin bile belirli koşullar altında etik ilke ve değerlere aykırı davranabildiklerini göstermektedir.
Bu noktada Hannah Arendt’in kavramsallaştırdığı “kötülüğün sıradanlığı” kavramı çarpıcı bir örnektir. Arendt’e göre kötülüğün en tehlikeli biçimi, tutku ya da nefretle değil, düşünmeden, sorgulamadan, rutin bir görev olarak yerine getirilen eylemlerde ortaya çıkar. Kötülük, olağan insanlar tarafından, olağan görevler içinde, vicdani sorgulama ortadan kalktığında “sıradanlaşabiliyordu.” İnsan, kendi eyleminin anlamını sorgulamayı bıraktığında, en ağır etik ihlaller bile “normal iş akışı” gibi görünebilir.
Etik körlüğün temelinde genellikle üç unsur bulunur:
- Bağlamsal Baskılar: Zaman baskısı, otoriteye uyma, grup normlarına bağlılık gibi dış faktörler, bireyin etik duyarlılığını geçici olarak köreltebilir.
- Rasyonalizasyon: İnsan zihni, kendi davranışını haklı çıkarma eğilimindedir. “Ben sadece emirleri uyguluyordum”, “kurumun iyiliği için bunu yapıyorum” veya “herkes böyle yapıyor” gibi söylemler, etik körlüğün en yaygın belirtileridir.
- Aşamalı Erozyon: Etik ilke ve değerlerden sapma çoğu zaman bir anda değil, küçük adımlarla gerçekleşir. Küçük bir kural ihlali, zamanla büyük etik çöküşlere zemin hazırlayabilir.
Kurumlar açısından etik körlük genellikle mevzuata uyumun yeterli sanılmasıyla başlar. Şirketler, etik davranışı yalnızca “kanunlara uymak”la eşdeğer gördüklerinde, daha derin bir etik muhakeme biçimini gözden kaçırırlar. Oysa etik yalnızca yasa ile tanımlanamaz; yasa dışı olmayan pek çok davranış da etik dışı olabilir.
Örneğin, çevreye zararlı üretim süreçlerini “yasal sınırlar içinde” sürdürmek, çalışanların yoğun baskı altında fazla mesaiye zorlanmasını “kurumun iyiliği” olarak görmek ya da işyerinde mobbinge sessiz kalmak — “işler böyle yürüyor” düşüncesiyle — bu körlüğün en sık rastlanan biçimlerindendir.
Etik körlüğün iş dünyasındaki bir diğer nedeni ise kurumsal dilin ve hedeflerin etik muhakemeyi gölgelemesidir. “Büyüme”, “verimlilik”, “pazar payı” gibi kavramlar kısa vadeli başarıyı kutsarken, değer temelli düşünmeyi geri plana iter. Böylece çalışanlar etik sorumluluk yerine performans ölçütlerine odaklanır; sonuçta etik farkındalığın yerini kurumsal otomatizm alır.
Etik körlüğün panzehiri, etik zekâ ve kurumsal farkındalık kültürüdür. Etik zekâ, bireylerin yalnızca doğruyu yanlıştan ayırabilme becerisi değil, aynı zamanda eylemlerinin sonuçlarını bağlamsal baskılardan bağımsız biçimde değerlendirme yeteneğidir. Etik körlük, insan doğasının bir zafiyeti değil, farkındalık eksikliğidir. İnsan, her zaman bir anlam yaratma çabası içindedir; ancak bazen bu anlam, ahlaki bakışın önüne geçer. Bu nedenle, bireysel ve kurumsal düzeyde en önemli görevimiz, etik görme yetisini korumaktır. Primo Levi’nin uyarısı bugün de geçerliliğini koruyor: Tehlike, az sayıdaki “canavarlarda” değil; sorgulamadan uyum sağlayan, rutin içinde etik farkındalığını kaybeden sıradan insanlardadır.
Kaynaklar:
- Hannah Arendt – Eichmann in Jerusalem: A Report on the Banality of Evil
- Guido Palazzo & Ulrich Hoffrage – Ethical Blindness
- https://en.wikipedia.org/wiki/Moral_blindness
Yazı: Ali Cem Gülmen, Etik ve İtibar Derneği (TEİD) Araştırma ve Yayın Direktörü
Not: Makalelerdeki Görüş ve Yorumlar Yazar veya Yazarlara Ait Olup, Etik ve İtibar Derneği’nin Konu ile İlgili Düşüncelerini Yansıtmamaktadır.
