Çevresel sürdürülebilirlik ile temel hak ve özgürlüklere saygı hedeflerine yalnızca devletlerin pozitif müdahalesi ve kamusal alandaki çalışmaları ile sağlanamayacağı uzunca bir süredir yüzleşmek durumunda olduğumuz bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor. Özü itibarı ile kâr maksimizasyonunu önceleyen özel sektör paydaşlarının da insan haklarına tam uyum içerisinde hareket etmesi ve ticarî faaliyetlerin yol açtığı çevresel zararları azaltma güdüsünü dar ölçekte bir itibar konusu olarak ele almayıp operasyonel süreçlerin her aşamasının kurgusunu anılan kamusal menfaatleri koruyucu şekilde ortaya çıkarması çağımızın gereklilikleri arasında yerini almaya başladı.
Bu doğrultuda ortaya çıkan küresel trendler hukukî alanda da farklı başlıklar altında karşılığını bulma şansına yavaş yavaş erişiyor. Şirketlerin çevresel, sosyal ve yönetişim (Environment, Social, Governance – “ESG”) faktörlerini ele alarak sürdürülebilirlik ve toplumsal sorumluluk perspektifinden nasıl performans gösterdikleri günümüzde özellikle yatırımcılar ve sektörel paydaşlar tarafından finansal performans ile eş değer etkide görülebiliyor. Bu kapsamda, üretim-dağıtım zincirinin her aşamasında sürdürülebilir kaynak kullanımından çevresel risklerin minimize edilmesine, özellikle küresel pandemi dönemi sonrası çalışan haklarının korunması bakımından yaşanan çok katmanlı değişime uyum sağlanmasından tedarik zinciri yönetimine kadar pek çok farklı alanda şirketlerin ticarî kurgu ve yönetişim anlayışlarını yeniden tasarlamaları artık bir ticarî itibar kazanımının çok ötesinde yapısal bir gereklilik olarak ortaya çıkıyor.
Tam da bu noktada şirketlerin ticarî ve operasyonel faaliyetlerinin çevresel ve sosyal etkilerini daha iyi anlamaları, yakın ve düzenli bir şekilde takip etmeleri, kurumsal kimlik inşasının ayrılmaz bir parçası haline getirilecek uygun değerler kümesini oluşturmaları ve risklerini etkin bir şekilde yönetmeleri için bir süredir Avrupa Birliği’nde (“AB”) anlamlı adımlar atılmaya çalışıldığını görüyoruz. Bu adımlar içerisinde belki de en çok tartışma konusu olan ve söylemde son derece havalı ve başarılı olan devletler ve şirketler için adeta bir “samimiyet” testi haline gelen Kurumsal Sürdürülebilirlik Durum Tespiti Direktifi (Corporate Sustainability Due Diligence Directive – “CSDD”) olarak karşımıza çıktı. CSDD’nin temelde şirketlerin insan haklarına saygı ve ESG faktörlerini dikkate alarak kurumsal sürdürülebilirlik durumlarına ilişkin tespit ve takip yükümlülüklerini düzenleyip, risk yönetimi bakımından onarıcı ve önleyici önlemler almalarını teşvik eden bir düzenleme olduğu söylenebilir. Burada “teşvik” kelimesinin bilinçli kullanıldığını belirtmek gerekir, zira başlangıçta adeta bir regülasyon güdüsüyle “zorlama” unsurunu daha önde tutan CSDD’nin taslak metinlerinin AB üye devletlerinin risk düzeyi anlamında en cömert olanlarının itirazları ile zaman içerisinde kantarın “teşvik” ucuna daha çok ağırlık verdiği görülüyor.
Avrupa Komisyonu’nun (“Komisyon”) Şubat 2022’deki ilk taslağından beri üzerinde çalıştığı CSDD’nin elde kalan son metni en nihayetinde 15 Mart 2024 tarihinde AB Konseyi (“Konsey”) tarafından da onaylandı ve yasama süreci içerisinde Avrupa Parlamentosu’na (“Parlamento”) gönderildi. En son 19 Mart 2024 tarihinde taslak metnin Parlamento’nun Hukuk İşleri Komisyonu’ndan da geçtiği düşünüldüğünde CSDD’nin AB bölgesi içerisinde bağlayıcı hâle gelmesi için günleri saydığımız düşünülebilir.
Bu yazımızda CSDD’ye ilişkin sürecin nasıl şekillendiği, zaman içerisinde taslak metnin nasıl bir evrim geçirdiği ve son taslağın hukuken neler öngördüğünü ele alıyoruz.
CSDD kapsamında şirketler hangi yükümlülüklere sahip olacak?
CSDD kapsamında şirketlerin insan hakları ve çevresel etki durum tespiti süreçlerine ilişkin uygun adımları atmaları gerektiği ifade ediliyor. CSDD’nin uygulanmaya başlaması ile birlikte şirketler yürütmekte oldukları faaliyetler sonucunda insan hakları ve çevresel etkilere ilişkin olarak ortaya çıkan olumsuz etkileri durum tespit (due diligence) raporlarında tespit edecek ve söz konusu etkileri değerlendirecek. Daha sonrasında ise bunların önlenmesi, durdurulması veya en aza indirilmesi için çeşitli önlemler alınması gerekiyor.
Temelde CSDD kapsamında öngörülen durum tespit sürecine ilişkin yükümlülükler çerçevesinde altı adımın yerine getirilmesi gerekiyor:
- Şirket politikaları ve risk yönetim sistemlerine durum tespitinin dâhil edilmesi,
- Uzun vadeli durum tespit yaklaşımının tanımlanması
- Şirketin kendisi, iştirakleri/bağlı ortaklıkları ve iş ortaklarının ortak davranış kurallarının oluşturulması
- Durum tespit süreçlerinin entegrasyonu ve uygulamasına yönelik süreçlerin tanımlanması
- Tüm bu adımların şirket çalışanları ve onların temsilcileri (avukatları) ile birlikte oluşturulması
- En az iki yılda bir şirket politikalarının gözden geçirilmesi ve süreç içerisindeki olumsuz etkilerin yönetimine ilişkin adımların atılması
- Şirket faaliyetlerinden doğan insan hakları ile çevresel etkilere ilişkin olumsuz etkilerin tespit edilmesi,değerlendirilmesi ve önceliklendirme yapılması,
- En ciddi ve muhtemelen olumsuz etkilerin tanımlanmasına yönelik risk haritalaması yapılması
- Tespit edilen risklerin sebeplerine ilişkin kapsamlı bir analiz yapılması
- Şirket içi şikayet mekanizması, etik hat, bağımsız denetim raporlaması gibi risk tespitine yönelik uygun kaynakların belirlenmesi ve işletilmesi
- Üçüncü taraf iş ortaklarının risk tespit ve değerlendirme sürecine katılımının sağlanması
- Güncel veya potansiyel olumsuz etkilerin önlenmesi, durdurulması ya da en aza indirilmesi,
- Alınan önlemlerin etkinliğinin gözlemlenmesi ve değerlendirilmesi
- İletişime geçilmesi
- Telafi sağlanması.
Bunlara ek olarak, CSDD kapsamındaki şirketlerin iklim değişikliğinin hafifletilmesine yönelik bir geçiş süreci planını da uygulamaya koymaları gerekiyor.
CSDD’nin uygulanması nasıl sağlanacak?
Öncelikle, üye devletlerin durum tespiti ve iklim değişikliğine ilişkin önlemleri almalarına yönelik yükümlülüklerini yerine getirmeleri için her bir üye devlet tarafından bağımsız ve tarafsız denetim otoriteleri atanacak. Atanan denetim otoriteleri, atandıkları üye devlette bulunan AB menşeli şirketler ile AB dışı olmakla birlikte AB pazarında faaliyet gösterip AB nezdindeki cirosunun çoğunu ilgili üye devlette sağlayan şirketler üzerinde denetim yetkisine sahip olacak.
Denetim otoritelerinin CSDD’de öngörülen yükümlülüklere uyulmadığını saptaması halinde söz konusu makamlar aşağıdaki tedbirleri alabilecek:
- Şirketlere telafi sağlayıcı önlemler almaları için süre tanınması (söz konusu sürenin muhtemel cezaların ve potansiyel sorumluluk taleplerinin kabulünü engellememesi şartı mevcutsa)
- Yükümlülüklere ilişkin ihlallerin durdurulması, tekrarının engellenmesi ve/veya telafi edilmesinin talep edilmesi
- Ceza uygulanması
- İhtiyati tedbir alınmasına karar verilmesi (telafisi mümkün olmayan zararlara ilişkin muhtemel bir risk söz konusuysa)
Ayrıca, üye devletlerdeki denetim otoriteleri arasında işbirliği ve koordinasyon sağlanması için bir Avrupa Denetim Otoriteleri Ağı (“Ağ”) kurulması da planlanıyor. Ağ ile birlikte özellikle AB dışı olmakla birlikte CSDD kapsamına girecek şirketlerin belirlenmesi ve CSDD kapsamında öngörülen yükümlülüklerin uygulanmasına ilişkin bilgi, tecrübe ve iyi uygulama örneklerinin paylaşımı amaçlanıyor.
CSDD’ye uyulmaması halinde şirketlerin sorumluluğu ne olacak?
CSDD kapsamında üye devletlerin etkili, ölçülü ve caydırıcı yaptırımlar uygulaması gerektiği öngörülüyor. Bu noktada, CSDD tarafından uygulanabilecek asgari düzeyde cezalara yer verilmiştir. Öncelikle, şirketin veya somut olayın şartlarına göre holding şirketin küresel cirosunun %5’ine kadar para cezaları verilebilecek, ayrıca şirket ve ihlalin niteliği kamuya açıklanabilecek.
Buna ek olarak, ihale makamları tarafından CSDD’ye uyumun bir ihale kriteri veya kamu ihale sözleşmelerinin ifasına ilişkin bir kriter sayılması mümkün olabilir. Bu durumda, CSDD’ye uyum sağlamayan şirketlerin kamu ihalelerinden men edilmesi gibi ağır bir yaptırımın da öngörülebileceği ifade ediliyor.
CSDD’nin ayırt edici noktası nedir?
CSDD’nin ayırt edici noktası ise şirketlerin yalnızca kendi faaliyetleri bakımından değil; iştirakleri ve bağlı ortaklıkları ile faaliyet zincirinde bulunan doğrudan ve dolaylı iş ortakları tarafından yürütülen faaliyetler kapsamında da ortaya çıkan olumsuz etkilere yönelik de tespit ve takip zorunluluğunun getirilmesi. Dolayısıyla, CSDD kapsamına giren şirketlerin tedarik zincirleri çerçevesindeki tüm şirketler de, esasen ticarî hacimleri dolayısıyla kapsam dışında kalıyor olsalar dahi CSDD’den dolaylı olarak etkilenecek. Örneğin, bir şirketin tedarikçisi çocuk işçi çalıştırıyorsa buna da durum tespit raporunda yer verilmesi ve düzeltici adımların atılması gerekiyor.
CSDD kapsamında öngörülen yükümlülükler şirketlerin durum tespiti raporlarında belirlenen hedeflere ulaşmaları için olumsuz etkilerin ciddiyeti ve ortaya çıkma olasılıklarına bağlı olarak uygun tedbirlerin alınması gerektiğini ifade ediyor. Bu noktada tedbirlerin alınmasında şirketin ticari faaliyetleri ve faaliyet zincirinin özelliği, iş ortaklarının sektörü ve faaliyet gösterdikleri coğrafi alan, şirketin doğrudan ve dolaylı ortakları üzerindeki etkisi ve bu etkiyi artırıp artıramayacağı gibi somut olayın koşulları ve diğer risk faktörlerinin dikkate alınması gerekiyor.
CSDD tarafından da vurgulandığı üzere, durum tespiti yapılması şirketlerin olumsuz etkilerin ortaya çıkmasını tamamen engellemesi ya da hâlihazırda ortaya çıkmış olumsuz etkilerin hemen ortadan kaldırılmasına ilişkin bir garanti vermiyor.
Aynı zamanda, AB’ye üye devletler dışında AB pazarında faaliyet gösteren ve 450 milyon Euro’dan fazla ciroya sahip olan AB dışındaki şirketlerin de CSDD’ye uyum sağlaması öngörülüyor. Bu kapsamda özellikle AB bölgesinde iş yapan ve belirlenen ciro eşiğini aşan Türk şirketlerin de CSDD kapsamındaki uyum yükümlülüklerini yerine getirmesi gerekecek.
CSDD’ye uyum süreci nasıl olacak?
CSDD’ye uyum süreci bakımından hem devletlerin CSDD’ye uygun ulusal mevzuat düzenlemelerini yürürlüğe sokması hem de şirketlerin belirli bir zaman içerisinde CSDD’ye uyum sağlaması bekleniyor. Direktif’in yürürlüğe girmesinden sonra iki yıl içerisinde üye devletlerin ulusal mevzuatlarına CSDD ile uyumlu hale getirilmesi gerekiyor. Şirketlerin CSDD’ye uyum sağlaması bakımından ise şirketlerin hacimlerine göre kademeli bir yaklaşım benimsendi:
- 000 çalışanın üzerinde ve 1.5 milyar Euro’dan fazla ciroya sahip şirketler 3 yıl içerisinde etkilenecek.
- 000 çalışanın üzerinde ve 900 milyon Euro’dan fazla ciroya sahip şirketler 4 yıl içerisinde etkilenecek.
- 000 çalışanın üzerinde ve 450 milyon Euro’dan fazla ciroya sahip şirketler 5 yıl içerisinde etkilenecek.
İtirazlar çerçevesinde CSDD son haline nasıl getirildi?
Her ne kadar gelişmeler insan hakları ve çevresel sürdürülebilirlik boyutunda küçük bir kıvılcım yaratmış olsa da CSDD’nin AB tarafından kabul süreci oldukça sancılı oldu. Çeşitli AB üyesi devletlerin itirazları nedeniyle kabul edilen CSDD’nin kapsamı hazırlanan ilk taslağa göre çok daha daraltılmış ve şirketlerin takdirine bağlı, etkinliği kendinden menkul önlemleri içerecek şekilde olarak karşımıza çıktı.
Özellikle Almanya’nın CSDD’nin kapsamının genişliği konusunda sert eleştirilerinin etkili olduğunu söylemek mümkün. Dünyadaki yüksek enerji maliyetleri ve aynı zamanda uluslararası krizlerin varlığı nedeniyle CSDD’nin daha sıkı tedbirler ve yaptırımlar öngören ilk halinin mevcut ticarî konjonktürde şirketlere altından kalkılamayacak yük getireceği belirtildi. Almanya, kendisinin hâlihazırda Tedarik Zinciri Kanunu’na sahip olduğunu ancak CSDD’nin bunun da ötesinde yükümlülükler getirdiği itirazında bulundu. Almanya’nın çektiği bayrağı takip eden Fransa’nın da 2017 tarihli Kurumsal Gözetim Yükümlülüğü Kanunu ile çelişkiler içerdiğine yönelik itirazları söz konusu oldu. Buna ek olarak, İtalya da CSDD’yi olduğu haliyle oylanırsa kabul etmeyeceğini bildirdi.
Öncelikle, şirketlerin kapsama girmesi için 500 çalışanın üzerinde ve 150 milyon Euro’dan fazla ciroya sahip olmaları yeterli olacakken CSDD’nin son halinde bu sınır 1.000 çalışan ve 50 milyon Euro olarak uygulanacak. Buna ek olarak, hacim olarak CSDD kapsamında olmayan bazı şirketlerin de tekstil, tarım, madencilik, inşaat gibi yüksek riskli sektörlerde faaliyet gösteriyor olmaları halinde istisnai olarak CSDD’ye uyum sağlamaları söz konusu olacaktı. Ancak, yapılan değişiklikle birlikte bu şirketler kapsam dışına alındı. Bununla birlikte CSDD’nin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 6 yıl içerisinde yüksek risk sektörlerin durumu yeniden değerlendirileceği de düzenlendi.
Görüldüğü üzere CSDD, 2022’deki cesur çıkışını 2024 yılında sürdüremese de kurumsal sürdürülebilirlik ve insan haklarına saygılı ticarî hayata yönelik yükselişini sürdüren küresel trende uygun bir adım olarak öne çıkıyor. Elbette AB üye devletlerinin ve Türkiye gibi AB bölgesi ile ticarî ilişki içerisinde olan ülkelerin CSDD çerçevesinde nasıl adım atacakları da önem arz edecek. Etkin bir mekanizmanın kurulup kurulamayacağı, somut risk çıktılarının ticari hedeflere önemli zarar vermesi halinde şirketlerin nasıl pozisyon alacağı, CSDD uyumunun ticarî ekosisteme yayılarak belirli bir üretim-dağıtım zinciri içerisindeki tüm paydaşların talebi haline gelip gelmeyeceği ve ESG performansı içerisindeki katılım oranın nasıl ölçüleceği konuları önümüzdeki dönemde sıkça üzerinde duracağımız tartışmalar olacak.
Yazı: Av. Hazar Başar, Stj. Av. Serra Atilla / Hergüner Bilgen Üçer
Makalelerdeki görüş ve yorumlar yazar veya yazarlara ait olup , Etik ve İtibar Derneği’nin konu ile ilgili düşüncelerini yansıtmamaktadır.