Çoğu zaman, iş ahlakı ve etikinin, tamamen modern zamanların eseri olduğunu düşünme eğilimindeyizdir. Ancak tarihe ve yaşadığımız topraklara biraz daha dikkatli bakınca, etik kaide ve kodların, yüzyıllar öncesinden bugüne uzanan bir tarihsel sürekliliğinin olduğunu rahatça görebiliyoruz. Osmanlı döneminin ötesine uzanan Ahilik geleneği ve pratiği, dönemin etik beyannameleri olarak kabul edebileceğimiz Fütüvvetnamelerle birlikte ele alındığında bugüne dair çok önemli şeyler söylüyor.
Arapça kökenli bir kelime olan Ahi’nin sözlük anlamı “kardeşim” demektir. 13. Yüzyılın ilk yarısından başlayarak 20.yüzyılın başlarına dek Anadolu şehir, kasaba ve hatta köylerindeki esnaf ve zanaat kuruluşlarının eleman yetiştirme, işleyiş ve kontrollerini düzenleyen en önemli kurumdur.[ii]
Ahilik konusunu daha iyi anlamak için, geçmiş zamanların etik beyannamesi de olarak kabul edebileceğimiz Fütüvvetnameleriincelemek oldukça yararlı olacaktır. Osmanlı Devleti’nde de Fütüvvetnameler, özellikle 13. yüzyıldan başlayarak, ahilik teşkilatı çerçevesinde, mesleki nitelikteki nizamnameleri ifade eden bir anlam kazandı.[iii]Ahilik teşkilatının amacının, üyelerini erdemli insanlar olarak eğitmek olduğu düşünüldüğünde, Fütüvvetnamelerin de, erdemli olabilmek için nelerin yapılması gerektiğini öğreten kitaplar olarak kabul edilmesi gerekir.[iv]
Ahilikte dört temel ilke ve bu ilkeleri tanımlayacak olan sekiz değer önem kazanmaktadır. Bu dört Temel İlke ve değerleri şöyle özetleyebiliriz;
- İffet İlkesi:Ahlak temizliği ilkesi sahip olunması gereken en önemli özelliktir; “İffet ilkesinin menşei hayadır”[v]. İffet ilkesi için gereken değerler ise Tövbe ve Cömertliktir.
- Şecaat İlkesi:Bu ilke korkmamayı, yürekli ve çevresine faydalı olmayı anlatır. Şecaat ilkesinin iki ana değerinden tevazuya sahip olan, “Herkese insaf ile muamele eden fakat kimseden insaf beklemeyen[vi]” kişidir. Diğeri ise emniyet değeridir.
- Hikmet (Bilgelik) İlkesi:Hikmet sözde ve işte en iyiyi, olması gerekeni fark etmek, en iyiyi yakalamak olarak tanımlanabilir. Sözkonusu ilkenin iki değeri ise doğruluk; “Söz doğru olmazsa sözün amacı ortaya çıkmaz insan hayvan derecesine düşer”[vii]ve hidayettir: “Hidayet güzelle çirkinin ayırt edilmesi, insanın kötülüklerden çekinip güzel ve iyiye yönelmesi, bir şuur peyda etmektir.”[viii]
- Adalet ilkesi:Adaletin özü, “herşeyden hakkını almak, herşeyin hakkını vermek” olarak tarif edilir. Vefa, adalet ilkesinin en önemli değerlerindendir. Sözünde durma ve sözünü yerini getirmek demektir.[ix]
“Üç Şeyden Sakının: Yalan, Hırs, Tamah”
Fütüvvetnamelere göre, eğitimde doğru değerler verilirken doğru olmayanlar, yapılmaması gerekenler de verilmelidir. Kendini üstün görmek, benliğini ön plana almak, israf etmek, gevşeklik, yumuşaklık, kızmazlık ve övünmek gibi huyların oluşmaması, varsa vazgeçilmesi için çalışılır.
Fütüvvetnamelerde belli etik değerlere sahip olmak büyük öneme sahip olsa da bu değerlerin eylemde de ortaya çıkması gerekir. 14. Yüzyılda yaşamış önemli Sufi düşünürlerden Abdürrezzak Kaşanî, bu konuda “İşle doğrulanmayan her söz beyhudedir”diyerek, pratiğe ve eyleme belirgin bir vurgu yapmıştır.[x]
Aynı şekilde bu öğretiye göre, Ahi, aldığı eğitim süresince öğrendiği niteliklere göre davranmayı kendine amaç olarak görmelidir. Fütüvvet teşkilatının gelişmesinde büyük gayreti olan Nasiri, bu nitelikleri: “Cömertliği ve iyi sözü sanat edin, kötülükten sakın, kendisine yapılmasını istemediğini kimseye yapma”[xi] sözleriyle özetler.
Yine 15. Yüzyılda yaşamış İlyasoğlu Ahmet, “Üç şeyden sakının: Yalan, hırs, tamah. Sözlerinde doğru olan, amellerini en güzel bir hale getirmeye çalışan, sırlarını saklayan, ahdi koruyan, sevgiye riayet eden, doğrulukla arılıkla muamelede bulunan, yalanı ve riayı atan, helal kazanca koyulan”[xii] ahilik niteliklerine sahiptir der.
Görüldüğü gibi Ahilik teşkilatında meslek eğitimi sırasında etik de çok büyük bir öneme sahipti. Fütüvvetnamelerde etik eğitimi diyebileceğimiz konularda en önde gelen değerler günümüz için de çok uzak kavramlar değildir aslında: Akıl ve Bilgi.
Osmanlı’da Esnaf Loncaları
Ahilik hareketi ve düşüncesi, Osmanlı öncesine, Selçuklu dönemine kadar uzanmakla birlikte, Osmanlı Devleti’nde de esnafın organizasyonu ve ahlak eğitimi Ahilik teşkilatının devamı niteliğinde olduğunu ve bir tarihsel süreklilik olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Bu anlamda Osmanlı esnaf teşkilatının, Ahilik öğretilerinden etkilendiği çok açıktır. Aradaki temel fark ise, loncaların üzerlerinde belirgin şekilde görülen devlet kontrolü ve müdahalesidir.
Bu anlamda Osmanlı esnaf teşkilatı, İslam inancı ve Ahilik Teşkilatı’nın oluşturduğu değerler çerçevesinde, rekabete değil, işbirliği, karşılıklı kontrol, imtiyaz ve tahsis ilkelerine bağlı olarak kurulmuşlardır.[xiii]
Osmanlı Esnaf Teşkilatında mesleki eğitim sırasında ahlaki eğitime de çok büyük önem verilirdi. İki sene boyunca ücretsiz yamaklık yapanlar törenle çıraklığa yükseltilirlerdi. Çırak ustasına itaat etmek zorundaydı. Yalnız bu süre boyunca ne usta çırağın haklarını yiyebiliyor, ne de çırak ustasını istismar edebiliyordu. Daha sonra ise, üç yıl sürecek olan kalfalık dönemi geliyordu. Kalfalık aşamasında da başarılı olanlar ustalık sınavına girerler ve eğer kazanırlarsa ustalığa yükselebilirlerdi.
Ustalığa yükselen kalfanın kulağına söylenenler etik iş yapmanın Osmanlı esnafında ne kadar büyük önemi olduğunu kanıtlar nitelikte aslında:
“Harama bakma, haram yeme, haram içme, sabırlı ve dayanıklı ol. Yalan söyleme. Büyüklerden önce söze başlama. Kimseyi kandırma. Kanaatkâr ol. Dünya malına tamah etme. Yanlış ölçme, eksik tartma. Kuvvetli ve üstün durumda iken affetmesini, hiddetli iken yumuşak davranmasını bil ve kendin muhtaç iken bile başkalarına verecek kadar cömert ol.”[xiv]
Osmanlı esnafının ekonomik dünya görüşü eşitlik, işbirliği, dayanışma, ölçülülük, aşırıya kaçmama ve hoşgörü gibi ahlâkî ilkelerden meydana geliyordu. Esnaf sistemi, kalite kontrol ve standardizasyonu ile, fiyat istikrarını sağlayıcı, haksız rekabeti, aşırı üretimi ve işsizliği önleyici bir anlayışa dayanıyordu[xv].
Esnaf arasında müesses bir âdab ve erkân bulunmakta ve bu âdab ve erkâna riayette kusur edenlere ihtarda bulunuluyor, tekrar edenler “yolsuz” ediliyordu. Sanatını yapmaya izin vermemek anlamına gelen “Yolsuz olmak”, Osmanlı esnaf teşkilatında en büyük ayıp ve kusur olarak kabul edilirdi.[xvi]
Osmanlı esnafı sıkı kurallara bağlıydı ve hangi meslekten olursa olsun, önüne gelen dükkân açamazdı. Sahtekârlık, müşteriyi aldatma ve maldan çalma yöntemleri ile kendine aşırı kâr sağlamak isteyenlere dükkân açma izni verilmez ve bu yolu tutanlar önce uyarılır, dinlemezse cezalandırılır veya meslekten atılırdı.
Osmanlı esnafınının iş etiğine uygun davranışları yabancı gezginlerin de dikkatini çekmişti. 18. Yüzyıl’ın sonlarında Osmanlı topraklarında bulunan İsveçli gezgin ve yazar Abraham Constantin Mouradgea d’Ohsson şöyle yazar anılarında: “Osmanlılar, Kur’ân-ı Kerim’de ifade edilen doğruluk, ahlâk ve namus prensiplerine çok bağlıdırlar. Aralarındaki bütün sosyal münasebet ve düzen, iyi niyet ve şefkate dayanır. Başka ülkelerde olduğu gibi, aralarında yazılı anlaşma yapmaya lüzum görmezler. İyi niyet ve söz, her şeyi halleder.
Osmanlılar, verdikleri sözün esiridirler. Bu tutumları, yalnız dîndaşlarına karşı değildir. Hangi dînden olursa olsun, yabancılara karşı da böyle hareket ederler. Sözlerini tutma hususunda, onlara göre İslâm ya da İslâm olmamanın hiç bir farkı yoktur.
Gayri meşru olan her kazancı, ahlâksızlık ve dîne aykırı görürler. Gayri meşru edinilmiş servetin, bu dünyada da, öteki dünyada da insanı bedbaht edeceğine samimi şekilde inanırlar.”
1814 yılında Antik Truva şehrini aramak için Osmanlı Devleti’ne gelmiş ve Çanakkale bölgesine gitmeden önce İstanbul’u da ziyaret etmiş olan Polonyalı diplomat, gezgin ve yazar Edward Raczynski de, Osmanlı esnafının etik iş yapması hakkında oldukça önemli bilgiler vermiştir: “İstanbul’daki Türklerin namuslu ve dürüst alışverişlerine hayran oldum. Hemen her gün Bedesten’e gidiyordum. Bizdeki alıcı ve satıcıların birbirlerini aldatmaya kalkışmalarına burada hiç rastlamadım.”[xvii]
Yine İngiliz bir gezgin tüccar olan Thomas Thordon’un Osmanlı esnafı hakkındaki görüşleri de dikkat çekicidir: “Milli ahlakı, halkın orta tabakasında, yani zenginlerle fakirler arasındaki sınıfı oluşturan insanlar arasında aramalıyız. İşte bu tabakaya mensup olan Türkler arasında sosyal ve aile içi erdemler, kendi ihtiyaçlarına ve bilhassa ilk resuller devrine layık nazikane görgü kurallarına uygun bir eğitim seviyesiyle birleşir. Namuslu olmak Türk tüccarının vasfıdır.”
Şimdi tarihin deriliklerinden günümüze doğru ilerlersek, küreselleşen ekonominin yükselen değeri olarak karşımıza iş etiği çıkacaktır. Kurumsallaşma, firma yönetimi ve her düzeyde performans, giderek iş etiği ilkelerinin merkez olarak görüldüğü bir noktaya doğru ilerliyor. Bu noktada, Ahilik ve Osmanlı esnaf teşkilâtının meslekî ve iş etiğini ön planda tutan geleneklerini hatırlatmakta ve kökü Türk kültüründe de var olan bu etik zenginlikten faydalanmakta sonsuz fayda var gibi…
Sonuç olarak, özellikle kendi döneminin Etik Beyannameleri olarak görebileceğimiz Fütüvvetnameler, yüzyıllar boyunca Türk esnafına yön veren öğütler olarak da, günümüz iş dünyasının izleyeceği yollar olarak da, iş etiği ile ilgilenenler tarafından büyük bir dikkatle incelenmelidir çünkü toplumsal olan hiçbir şey bir anda ortaya çıkmaz veya yok olmaz. Tarihsel süreklilik, geleceğe de yön verir. Bu anlamda, yaşadığımız kadim toprakların iş etiği anlayışından öğreneceğimiz ve hatırlayacağımız çok şey var…
Etik ve Uyum Programı Nasıl Hazırlanır?
Kurumsal Etik ve Uyum Programı Geliştirme Gereğinin Ardındaki İtici Güçler
Sorumlu İş Modelinin Şirkete Yararları
Sorumlu İş Modeli
Yeni Yıl Yaklaşırken Hediye Ağırlama ve Etik Denge
Abdi İpekçi ve Etik
Şeffaf Bir Dünya İçin: 9 Aralık Dünya Yolsuzlukla Mücadele Günü
Yolsuzlukla Mücadelede İletişim Stratejileri: Etkiyi Arttırmanın Yolları